26 Haziran 2011 Pazar

YETENEKSİZLERİN SIĞINAĞIDIR LAF BOĞUNTULARI

İYİ YAZMAYA DAİR


İyi bir yazı birbirine ters iki unsurdan meydana gelir. Yazılanlardan ve silinenlerden.

Rodin’e “Nasıl heykel yapıyorsunuz?” diye sorulduğunda “Taşın gereksiz kısımlarını atıyorum geriye heykel kalıyor” demiş.

Rodin’in yaptığının “yazıcası” silmektir. İyi yazı gereksiz kelimeler atıldıktan sonra geriye kalandır.

Yazıda sadece söylenilmek istenen şeyi söylemek için gerekli kelimeler kalmalıdır. Yüz kelime ile anlatılan bir şey on kelime ile anlatılabiliyorsa, on kelimeyi tercih etmek gerekir. Eğer beş kelime aynı işi görmüyorsa, tabii.

Yazı bitirildikten sonra okunmalı, okunmalı, tekrar okunmalı ve gereksiz kelimeler, cümleler, paragraflar, sayfalar atılmalıdır. Editing denilen şey budur.

Kısaltılmak dolayısıyla daha iyi olmayacak yazı hemen hemen yoktur, en büyük yazarların kâinatında bile.


Zor anlaşılan şeyler

Zor anlaşılan şeylerin iyi veya derin olduğu çoğu zaman bir masal veya aldatmacadır. Dünyanın en iyi romancısı olarak bilinen Tolstoy (1828-1910) okunması en kolay yazarlardan biridir.

Soyut şiirlerin hemen hemen hepsi saçmadır, şarlatanlıktır. Anlaşılmamak üzere yazılmış bir şeyi anlamak mümkün olmadığına göre okumak anlamsızdır.

Bir şeyi anlaşılmamak üzere yazmak entelektüel ukalalıktan baka bir şey değildir.

Yazı olabildiğince yalın, anlaşılır, kısa olmalıdır- ne daha az ne daha fazla.

En karmaşık konular bile herkesin anlayabileceği şekilde yazılabilir.

Anlaşılması zor yazılar karışık bir kafanın yansımasıdır. Açık yazamayan ya açık düşünemiyordur ya da konusuna hâkim değildir. İnsan kendi anlamadığı şeyi başkalarına anlatamaz.

Uzun veya kısa, bir yazının iyi olduğunun kanıtı ilgiyle sonuna kadar okunabilir olmasıdır.

Söyleyecek ilginç bir şeyi, anlatacak özgün bir öyküsü olmayan iyi yazı yazamaz.


Basit karmaşıktan iyidir

Çok iyi yazmak için çok okumak ve çok yazmak gerekir. Şampiyon yüzücü olmak için çok iyi yüzmek ve çok yüzmek gerektiği gibi.

İyi yazı bir tür dürüstlüktür.

Basit, karmaşıktan iyidir.

“Çalmak taklit etmekten iyidir.”

Basmakalıp sözler veya deyimler kullanmak kirli iç çamaşırı giymeye benzer. Şiddetle kaçınılmalıdır. 
Basmakalıp hayal gücü, yaratıcılığın azlığına işaret eder.

Yazmak kabul etmekten çok reddetmektir. Yazılan konuyla ilgili düşünceleri, onları yazmak için akla gelen kelimelerin kimini reddetmek, kimini kabul etmektir. Çok şeyi yazıya kabul ederseniz yazı kalabalıklaşır, ana düşünceler o kalabalığın içinde kaybolur.

Çok kelime ile yazılıp az şey anlatan yazılar içindeki fındıkların çoğunun boş olduğu bir sepet fındık gibidir.

“Söz çoğaldıkça anlam azalır/ Bunun kime yararı olur?” Tevrat’tan gelen bu sözler bu gerçeğin yüzlerce yıl önce bilindiğini gösteriyor.

İyi bir yazı açık pencereden dışarı bakmaya benzer, kötü yazı tozlu pencereden.



Metin Münir

Milliyet



8 Haziran 2011 Çarşamba

ZULMÜ HEP ARTAN DAHA DA ARTIRACAKTIR


BAZEN DEMOKRASİ



Bir oda düşünün. Eni boyu, beş adımda aşılsın, bir duvardan bir duvara. Tek bir penceresi olsun, üç karış boyunda, üç karış eninde. Bir avlu duvarına baksın, ama demir parmaklıklar dikin önüne, açıp karşıdaki duvara bile koşamayın...

Kapısını demirden yapın, odanın. Çelik bir kilit ve sürgülü bir mazgal deliği koyun, üstüne. İkisi de dışardan olsun, siz açamayın.

Tek kişilik bir yatak, bir tuvalet, bir lavabo, küçük bir masa ve bir iskemle yerleştirin içine, odanın.

Kaç adım kaldı atılacak?

Yataktan tuvalete, iki. Tuvaletten lavaboya, sıfır. Masaya, bir...

Siz de yürümeyin, efendim. Adım atılacak yer kalmadıysa, siz de atmayın!

Olumlu bakın odanıza: Her şey el altında, pratik sayılmaz mı?

Pek sayılmaz.

Cep telefonunuz, olmasın. Bilgisayarınız, olmasın.

Masanın üstünde birkaç kitap, birkaç kalem, bir tomar kâğıt. Duvarda küçük bir fotoğraf... Ah, ah, akıllanmadınız, demek! Başınıza ne geldiyse onu okumak, onu anlamak ve onu izlemekten geldi, hâlâ mı Mustafa Kemal? Üstelik kalpaklı...

***

Bu odada, tek başınasınız. Siz istemediniz, zorla soktular. İstediğiniz kadar yumruklayın kapıyı, duvarları, çıkamıyorsunuz, çıkartmıyorlar. Günde bir kez, havalandırma diye avluya götürüp getiriyorlar. O kadar. Üç kez, kapının sürgülü mazgalı açılıyor, yemek tepsisini uzatmak ve geri almak için. Bir de öldünüz mü, kaldınız mı, diye bakıyorlar arada.

Yaşamaya ne kadar dayanabilirdiniz böyle bir odada?

Ne kadar direnebilirdiniz “kurtuluş ölüm” duygusuna, nereye kadar sönmezdi sizi yaşama bağlayan o incecik ışık, bir gün zulmün biteceği, adaletin yerini bulacağı, özgür kalacağınıza dair umut?

Bu oda, oda değil elbette. Bir “hücre”. Silivri Ceza ve Tutuevi’nde “haklarında hüküm verilmeden üç yıldır hapis yatan ve yedi yıl daha hükümsüz hapis yatırılması olası” bazı sanıklar için özel düşünülüp inşa edilen hücrelerden...

O bazı sanıklar, şimdilik iki gazeteci. Salt Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’a müstahak görüldü yukarda tarif ettiğim hücrelerden ikisi.

Bugün, tek kişilik hücre tutukluluğunda 101. günlerini tamamladılar. Zaten koğuştan hücreye, tutuklulukta da üçer yıla yaklaştılar.

Ancak bir süredir, bir umutları var tutunacak: 12 Haziran seçimlerinde milletvekili adayı her ikisi de.

CHP, Mustafa Balbay’a sahip çıktı, İzmir’den aday gösterdi, çok da iyi etti. Ama bence ne etik, ne demokratik, zaten ne de siyasal anlamda geçerli düzmece gerekçelerle, Tuncay Özkan’a sahip çıkmadı, adaylık başvurusunu reddetti.

***

Tuncay Özkan, İstanbul 1. bölgeden bağımsız milletvekili adayı. Bir süredir, hiç olmazsa gündüzleri hücresi genişledi: Silivri duruşma salonunu seçim ofisi olarak kullanıyor.

Türkiye Türkiye olalı, iktidar ve muhalefet kurumlarının belki de ilk kez el ele verip birlikte yalnızlaştırdığı tek bir insan gördü, o da Tuncay Özkan. Ama Türkiye Türkiye olalı, binlerce yurttaşın hem iktidara, hem de muhalefete nanik yapar gibi kendi özgür iradesiyle ilk kez bir insana sahip çıktığını gördü, o da Tuncay Özkan.

Çünkü Tuncay Özkan, tüm yanlışları ve doğrularıyla, Türkiye’de hüküm süren hukuksuzluğun, insafsızlığın, gaddarlığın simgesi, çünkü keyfi bir saltanatın, muhalefetin bile sahip çıkmadığı mağduru!

Fikirlerini paylaşır ya da paylaşmazsınız. Sever ya da nefret edebilirsiniz. Yanlışları, doğrularından katbekat fazla olabilir... Ama daha ne ile suçlandığını bilemeden 32 aydır tutuklu Tuncay Özkan, hücrede tutuklu yargılandığı sürece Türkiye’de hukuktan söz edilemeyeceği gibi, böyle bir mağduriyete vicdanı sızlamayan kimse “demokratım” diyemez.

***

Başka bir deyişle Tuncay Özkan’ın TBMM’ye seçilmesi, Türkiye’de “fikirlerini paylaşmasam bile ifade özgürlüğünü savunurum” façası atanların, inandırıcılık sınavıdır. Demokrasi, iktidara karşı muhalefeti, muhalefete karşı iktidarı savunmakla edinilmez. Ama hem iktidar, hem de muhalefete karşı BİR insanın hakkını ve hukukunu savunmak, çoğu kez demokrasinin ta kendisidir.

Bağımsız milletvekili adayı Tuncay Özkan, 12 Haziran’da İstanbul 1. bölge demokratları için işte böyle bir seçenek.


‘G’ NOKTASI

Başbakan, Ankara’da Hopa’daki polis şiddetini protesto ederken polisin döve döve kalçasını kırdığı Dilşat Akşat’ı, “Bir polis panzerine tırmanan bir tane kız mıdır, kadın mıdır bilemem” diye tarif etti.

Bilemediğini öğrenmek ister belki, söyleyeyim: O bir insan.

Zaten Hopa’da polisin biber gazıyla öldürdüğü Metin Lokumcu için de “İsmini bilmem, lazım da değil” demişti.

İsmi lazım olmasa bile cismini bilmesi lazımdır belki: O da bir insan.

Kendisini protesto edenleri döven ve öldüren polisler, insan. Ya polisin dövüp öldürdükleri, onlar ne sayılıyor? Hangi kadın kız protestocu, hangi ismi lazım olmayan öğretmen, hangi ahlaksız, şerefsiz, namussuz muhalefet lideri, Başbakan’ın gözünde “insan” tanımını hak ediyor acaba?



“Duvarların kulağı varsa,
sizin kulaklarınızın da
duvarı var.”

1968 Mayıs sloganı (Fransa)




Mine G. Kırıkkanat

Cumhuriyet