Abidin Yağmur (Cumhuriyet): ‘CARİ AÇIĞI NÜKLEER SANTRALLE KAPATIRIZ’
MERSİN - Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan Türkiye’nin cari açık sorununun temelinde “doğalgaza bağlılık ve enerji ithalatının” yattığını belirterek “cari açığın belini nükleer santralla kıracaklarını” söyledi.
Seçim bölgesi Mersin’de gazetecilerle bir araya gelen Çağlayan, “Bazıları diyor ki ‘ben nükleere karşıyım’. Tamam başım üstüne. Ama yerine ne koyacaksın? Tezekten mi üreteceksin? Varsa öyle bir teknoloji getir. İki nükleer santral 85 milyar kilovatsaat enerji üretecek. Cari açık fazla diye eleştirenler cari açığın ne olduğunu, neden kaynaklandığını biliyorlar mı? E, eskiden bu kadar büyük değildi diyorlar. Eskiden Türk ekonomisi de bu kadar büyük değildi. Büyük dağın büyük karı olur” dedi.
…………..
Mehveş Evin (Milliyet): NÜKLEER SEVDASI
Başbakan Tayyip Erdoğan, Cuma günü yeni hükümet programını açıkladı. Doğal olarak herkes Kürt açılımı, adaletin zamanında tecellisi, Meclis’te diyalog vurgusu gibi kritik mevzulara odaklandı.
Bunlar elbette ferahlatıcı. Ne kadarı samimi, onu da zaman gösterecek.
Ancak hükümet programı sadece yeni Anayasa, ileri demokrasi gibi meselelere odaklanmıyor. Özellikle cari açıkla ilgili alınacak önlemlere de yer verilmiş. Ne de olsa cari açığın 2011’in ilk dört ayında yüzde 113 artması, tehlike çanlarını çaldırıyor. Merkez Bankası verilerine göre cari açık, 29 milyar 642 milyon dolar.
AKP hükümeti, cari açığın “yapısal” nedenlerden kaynaklandığına inanıyor… Erdoğan bu yüzden enerjideki dışa bağımlılığa dikkat çekerek, cari açıkla mücadele etmek için listenin en başına yeni enerji yatırımlarını koyuyor.
Slogan tanıdık: Türkiye, nükleer enerjiye girecek, başka çare yok!
İlk etapta kulağa hoş ve mantıklı mı geldi? Öyle olmalı, zira medyada bunu henüz tartışan, diyen yok! Ancak biraz ekonomi bilen biri, cari açığın uzun vadeli enerji yatırımlarıyla kapatılamayacağını anlayabilir.
Hani tasarruf?
Cari açık, kabaca bir ülkenin ürettiğinden çok daha fazlasını harcaması anlamına geliyor. Ürettiğinizden fazla yaptığınız harcamaları da başka ülkelerden borçlanarak karşılıyorsunuz…
Sabah yazarı Okan Müderrisoğlu, “cari açığa yönelik yapısal önlemlerin temeli, tasarruf eğilimini özendirmek ve sanayi üretim biçimin yenilenmesine dayanıyor” diye yazmıştı. Bir başka perspektife göre ithal malları daha pahalı yapmak, ihracatı güçlendirmek ve Türk lirasının aşırı değerlenmesini engellemek, cari açığa çözüm olabilir.
Ama varsa yoksa enerji ihaleleri telaffuz ediliyor. Oysa bugün planlanan bir nükleer santral projesinin hayata geçmesi için en az 6 yıl gerekli! İstihdama bir faydası olmayacağı gibi –çünkü nükleerde çalışacak yerli kalifiye eleman yok- TOKİ mantığıyla da santral kuramazsınız…
Peki bugünün cari açık sorunu, nasıl oluyor da yıllar sonrasına planlanan projelerle çözülecek? Başbakan’ın danışmanları, hükümet programını hazırlarken keşke biraz daha titiz olsa…
Kendimiz üretmiyoruz
Nükleer santralde üretilen elektriğin ne kadar “kendi üretimimiz” olacağı ise ayrı bir tartışma konusu! Zira Akkuyu için yapılan anlaşmaya göre biz, Ruslar’dan elektrik alacağız. Üstelik, kendi topraklarımızda yapılan bir santralden…
Anlayacağınız nükleer santrali diktik, “şimdi kendi elektriğimizi üretiyoruz, dışa bağımlılığımız kalmayacak” demek doğru değil!
Bu noktada, komşudan örnek vereyim: Yunanistan’da ekonomik krizin en önemli nedenleri, kamudaki aşırı harcamalar ve hiçbir şey üretmeyen, tasarruf tedbiri almayan bir ülkenin borç batağına saplanmasıydı… Yunanlılar, en çok turizmden kazanıyor. Ama bu sektörde kullanılan en küçük malzemeyi bile dışarıdan getirtiyorlar. Tarım yok edildi, portakalı bile Hollanda’dan ithal etmeye başladılar.
Sonuç, ortada… Tamam, bizim durumumuzla elbette kıyaslanmaz. Ama komşunun hatalarından ders çıkarmalıyız. Yoksa bizim de başımızı iki elimizin arasına alıp “Biz ne yaptık” diyeceğimiz bir gün gelecek.
………….
Mustafa Balbay (Cumhuriyet): Medyamızın önemli bir bölümü Başbakan hangi kararı verirse karizmatik buluyor. Verdiği karardan dönse o da karizmatik oluyor. O nedenle önceki hükümetlerde olduğu gibi “100 günlük karne”, “200 günlük kredi” türünden hükümet notlamaları da yok artık. Kimileri daha hükümet işbaşı yapmadan tam not verdi. Bu, öğretim yılının başında karne dağıtmak gibi bir şey.
İleri demokrasi de böyle.
……………
Prof. Dr. Naci Görür: “Adam sendeciliğin, vurdumduymazlığın, inşallahçılığın olduğu bir ülkede nükleer enerjiye asla yönelmemek gerekiyor. Türkiye güneş, rüzgâr, fosil yakıtlar gibi alternatif enerji kaynaklarına sahiptir. Akdeniz’de meydana gelecek bir depremden santral etkilenebilecektir.”
……………..
Prof. Celal Şengör : “Kendisine bilimde demokrasinin yeri olmadığını, mesela bir nükleer santralda hareket eden nötronların parlamentolardaki oylamalardan en küçük bir şekilde etkilenmeden insanları öldürebileceklerini anlatmama da böylece imkân kalmadı.”
……………..
Doğan Kuban (Cumhuriyet): Bilim ve teknolojide geri kalmış toplumların yarım pişmiş düşünürleri, sezginin akıldan ne kadar daha üstün olduğunu savunan ileri düşünürler arasına katıldı. 19. yüzyıldan bu yana Müslümanların “bilim gereksiz, teknoloji yeter” düşüncesi, bu sözde çok gösterişli boş entelektüel tuzağa düşerek özellikle kuramsal bilimi dışlamağa devam ediyor.
……………..
Orhan Bursalı (Cumhuriyet): “Bilimsel girişimler güven temeli üzerine kuruludur. Toplum, bilimsel araştırma sonuçlarını, araştırmacının çalışmasının dürüst ve doğru bir yansıması olduğuna güvenir. Araştırmacılar da aynı şekilde çalışma arkadaşlarının verileri doğru topladığına, uygun analitik ve istatistik teknikleri kullandığına, sonuçlarını doğru şekilde rapor ettiğine ve diğer araştırmacıların çalışmalarına saygı ile yaklaştığına güvenir. Bu güven sarsıldığında ve bilimin profesyonel standartları ihlâl edildiğinde, araştırmacılar sadece kişisel olarak aşağılanmış olmazlar, aynı zamanda mesleklerinin temelinin de sarsıldığını hissederler. Bu da bilim ile toplum arasındaki ilişkiyi etkiler.”
……………..
Celal Şengör (Cumhuriyet): Konuşmalarından ilki 1984 yılında yapmış olduğu, «Bilmek ve Bilmemek» başlığını taşıyordu. Burada Popper, Sokrates‘in Delfi’deki kâhinlerin ağzından tanrı Apollon’un «Sokrates’ten daha akıllı bir kişi var mıdır?» sorusuna niçin «Hayır!» cevabını verdiğini tartışıyor. Sokrates bu yargıyı anlayamadığı için, kendisi bir araştırma yapmaya kalkışıyor, Platon‘un «Sokrates’in Özürü» adlı diyaloğundan öğrendiğimiz gibi. Muhtelif meslek gruplarına danışarak onların bilgilerini sorguluyor ve hepsinin kendilerini çok şey bilir sandıklarını görüyor. Buradan şunu çıkarıyor: «Bu kişiler kendilerinin çok şey bildiklerini sanarak aldanıyorlar. Ben en azından hiçbir şey bilmediğimi biliyorum, ama ondan bile emin değilim. En azından bu kadarcığı onlardan fazla biliyorum. Herhalde tanrı Apollon onun için beni onlardan akıllı buluyor.»