21 Temmuz 2011 Perşembe

KAKTÜS, ZEKA, CEHALET

KAKTÜS



Kendi payıma, henüz radyonun bile nasıl çalıştığını anlamış değilim. O nedenle, radyasyon üzerine ahkâm kesecek değilim. Ama şunu görüyoruz...
*
Çiçekçilere gidin sorun.
Şu aralar en çok ne satıyor?
Kaktüs.
*
Küçücük saksılar içinde minik boy kaktüsler var ya... Onlar. Kapış kapış.
*
Özellikle banka manka gibi çok sayıda elektronik eşyanın bulunduğu ofislere dikkat edin... Bilgisayarların yanına konuyor. Çünkü, ahalimiz kaktüsün radyasyonu emdiğine inanıyor.
*
Nükleer kocakarı ilacı bi nevi.
Koy bunu, bi şeyciğin kalmaz.
*
Halbuki, internet palavrası bu... Van'da bir öğrenci, liselerarası proje yarışmasına katıldı, “benim tespitlerime göre kaktüs radyasyonu emiyor” dedi, haber internete düştü, çiçekçiler üstüne atladı, tsunami gibi yayıldı. Sanırsın, çocuk Einstein... Okuduğu lise de Princeton.
*
“Delil” olarak, ABD'deki nükleer santralların etrafında kaktüs bulunması gösteriliyor.
*
Kaktüs olmayacak da, ne olacak birader? Elin oğlu nükleer santralı götürüp taaa çöle kuruyor... Bizimkiler gibi, getirip cennetin ortasına kurmaya kalkmıyor! Ne diyeceğiz yani Mersin'e kurulunca... Portakal bahçeleri radyasyona iyi geliyor mu diyeceğiz?
*
Üstelik, ha bire Mersin Akkuyu'yu konuşuyoruz ama, İstanbul'un göbeğinde, Küçükçekmece'de Nükleer Araştırma Merkezi var, küçük de olsa reaktörü var. Fayın üstünde... Gölde yaşam niye bitti? Çekmece sakinleri arasında kanser istatistiği var mı? 1956 teknolojisiyle yapılan ve çalışmaya devam eden reaktör kaldı mı dünyada? Atıkları ne oluyor?
*
Neyse, sıkmayayım canınızı...
Bakın, başbakanımız dün nükleer kazayı yorumladı, duruma o kadar hâkim ki, “risksiz yatırım yoktur, aksi halde evinize aygaz bağlamamak gerekir” dedi.
*
Ha eve tüp bağlamışın...
Ha memlekete nükleer santral.
Aynı yani.
*
Kaktüs koyun bilgisayarın yanına, üstüne de dantel koyun, idare edin.


Yılmaz Özdil

Hürriyet



14 Temmuz 2011 Perşembe

GÜCÜ BULDUKÇA ERLEŞEN DİNÇER, ÜFÜRDÜKÇE ÜFÜRÜR ESTİKÇE ESER



BAKAN DİNÇER KİMDEN ÖZÜR DİLEMİŞTİ?


Meclis'te CHP'lilerin kitabındaki intihal iddialarını gündeme getirmeleri üzerine "Benimle ilgili operasyon Ergenekon projesidir. Başlatan şu anda içeride, Ergenekon’dan tutuklu olan bir paşa" diyen, 1995'te çıkardığı kitabında 1998-2001 yılları arasında basılan kitaplardan intihal yapmış duruma düşürüldüğünü savunan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Prof. Dr. Tamer Koçel'in kitabından yaptığı alıntılar nedeniyle kitabını yeniden basmaktan vazgeçmiş ve Koçel'den özür dilemişti.

Cumhuriyet/Ankara Bürosu

Yeni Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, dün Hürriyet gazetesinde yayımlanan söyleşisinde hakkındaki intihal iddialarını yalanlarken, kendisiyle ilgili pembe bir tablo çizdi. “Benimle ilgili operasyonu başlatan şu anda içeride, Ergenekon’dan tutuklu olan bir paşa” diyen Dinçer, hakkındaki intihal iddialarının “tam bir facia” olduğunu ve kendisini çok yaralayan bir olay olduğunu söyledi. Kendi kitabının 1995’te çıktığı gözardı edilerek 1998-2001 yıllarında basılmış kitaplardan intihal yapmış konumuna düşürüldüğünü savunan Dinçer, “Daha komiğini söyleyeyim, kendi kitabından, başka bir kitabıma intihal yapmakla da suçlandım ben” dedi.

Ancak, Dinçer hakkındaki iddiaları yalanlarken, bir kitaba hiç değinmedi. O kitap ise kamuoyuna ilk kez 2005 yılında Cumhuriyet’in duyurduğu Prof. Dr. Tamer Koçel’e ait “İşletme Yöneticiliği” adlı kitaptan yapılan alıntılar. Cumhuriyet Üniversitesi, o dönem Prof. Dr. Koçel’in kitabından yapılan alıntıları sayfa sayfa belirleyerek YÖK’e göndermişti. YÖK’e sunulan raporda söz konusu kitabın 40 sayfasından çeşitli biçimlerde alıntı yapıldığı ve bu alıntıların 23 farklı sayfada kullanıldığı belirtilmişti.

Dinçer ve arkadaşı Yahya Fidan’ın, Koçel’in kitabından alıntı yaptığı sayfalar şöyle sıralanmıştı:

162, 163, 164, 165, 166, 167, 179, 180, 181, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191,192, 193, 194, 195, 196, 197, 199, 201, 202, 203, 204, 205, 206, 207, 208, 209, 214, 215, 216, 218, 219, 223, 224.

Söz konusu alıntıların kullanıldığı sayfalar ise şunlardı:

174, 175, 176, 177, 178, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198,

Başbakan ‘sonuna kadar çalışacağım’ demişti

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, müsteşarıyla ilgili haberler üzerine “Herkes şunu bilsin ki, sonuna kadar kendisiyle çalışacağım. Hakkındaki iddialar Başbakanlık’taki göreviyle ilgili değil, akademik kariyeriyle ilgilidir. Bu iddiaların doğru veya yanlış olması benimle yaptığı çalışmayı etkilemez” demişti.

Dinçer de, yaptığı basın açıklamasında, “1996 yılında olmuş ilgili yazarın bana müracaatı üzerine fark ettiğim olay sebebiyle yaptığım bir bilim adamı için en hassas tavırlardan birisini ortaya koyarak kitabı tekrar yayınlamaktan vazgeçmek olmuştur. Bu tavır, gerçekte bilimsel etiğe örnek gösterilecek bir davrınış olmasına karşın intihalle hala suçlanıyor olmayı bazı yazar ve gazetelerin art niyetli olmalarına bağlıyorum” savunmasını yapmıştı.
Yazar ‘Özür diledi’ demişti

Tamer Koçel, yaptığı açıklamada, “Olay ilk kez 2004'te basına yansıdı. Dinçer, beni arayarak özür diledi ve kitabını yayımdan çekeceğini söyledi” diye konuşurken,“Özrünü kabul edip etmemem çok önemli değil. Akademisyenliğin kendine has ilkeleri var. Ona uymak lazım diye düşünüyorum. Ama ben de şaşırmıştım olay ortaya çıktığı zaman” görüşünü dile getirmişti.


Fırat Kozok
Cumhuriyet




11 Temmuz 2011 Pazartesi

ÇOCUKLARIMIZA BORÇLU OLDUĞUMUZ DÜNYA


Doğa Derneği Başkanı Güven Eken: “Dünyanın tek sahibinin insan olduğu anlayışını bir kenara bırakarak insanın da canlı yaşamının tümünü oluşturan biyoçeşitliliğin bir parçası olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Ne yazık ki, en çevreci şirketimizin Hasankeyf’i yok ettiği, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın doğadaki yıkımı organize ettiği bir dönemde yaşıyoruz. İnsanı merkezine alan ve geri kalan tüm varlıkları çevre olarak niteleyen bir anlayış doğadaki yıkımı durduramayacaktır”

……………

 Kadir Topbaş, “Şehirlerdeki nüfus artarken, doğal kaynaklar tükenmeye başladı ve herkesi tehdit eden iklim değişikliği sorunuyla karşı karşıya. Bu nedenle her birimizin ayrı sorunları hepimizin bir sorunu olmalıdır. Çünkü hepimiz küresel bir ailenin fertleriyiz. Birbirimizden deneyim kazanıyoruz. 5 yıl önce New York metrosuyla ilgili bir çalışmayı televizyonda izledim. Ardından New York’a ekip gönderdim. Araştırma ve çalışma yaptırdım. Bu sayede İstanbul’da metroların vagon aralıklarının 4.5 dakikadan bugün 70 saniyelere kadar indirildi.”

………………

Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve ENVERDER Başkan Vekili Ali Koç: “21. yüzyılın problemlerine 20. yüzyıl yöntemleriyle çözüm bulunamayacağı artık anlaşılmaya başlandı, dünyada hızla artan tüketim enerji ihtiyacını artırdığından, petrole dayalı ürünler çeşitli çevre problemleri doğurmaya devam edecektir. 

Bu konuda devletler ve sivil toplum kuruluşlarının çabaları yetersiz kalıyor, artık bireylerin de elini taşın altına koyması gerekiyor.


Bu kampanya bir farkındalık yaratacak. Çevreye duyarlı, tüketime duyarlı, bilinçli tüketen bir jenerasyon yaratırsak gelecek açıdan daha aydınlık bir tablo bırakmış oluruz. Plastiğin bu kadar çevreci bir madde olduğunu tahmin etmiyorduk. Ne yalan söyleyeyim, ben de aksini düşünüyordum. Bu kampanyayla şimdiden plastiğin ne kadar faydalı olabileceğine ilişkin farkındalık yaratıldı. Bu kampanya, çok daha bilinçli bir jenerasyon yaratacak. Ulusal hedeflerimizin az olduğu şu tarihlerde, plastik atıklardan enerji üretimini ulusal hedef haline getirip dünyada bu işi en iyi yapan ülkelerden birisi de olabiliriz. Neden olmasın?

 Kampanya kapsamında Türkiye’de plastik ambalajlarla 1.5 milyon kişinin yıllık enerji ihtiyacının karşılanabileceğinin ifade edildiğini, bunun yüzde 10’unun, yani 150 bin kişinin enerji ihtiyacının karşılanması dahi büyük başarı olacaktır.”

……………

Aimé Cesairé : “İşleyişinde ortaya çıkan sorunları çözemeyen bir medeniyet, çöken bir medeniyettir.”




ŞARLATANLIKLARI BİLİM SAYIP TEŞVİK EDENLERİN BESLEDİKLERİ, GIDA İZNİYLE İLAÇ PAZARLAR



Ezgi Başaran (Radikal): DİYABETE SON DERKEN MEME BÜYÜTMEK DE VAR

Acaba dedim, bu umut, bu alanda çok kıymetli bilimsel çalışmalarıyla bilinen Harvard’dan Prof. Gökhan Hotamışlıgil’in birkaç yıl önce bulduğu, diyabeti önleyen hormonla mı ilgili? Yani çünkü başlık o derece iddialı... Fakat ilanın içine yerleştirilen fotoğraf başka bir doktora ait: Dr. Nuri Kaplan. Haydar Baş’ın Bağımsız Türkiye Partisi üyesi DP milletvekili adayı.

Vay vay vay, ekibe bak! İyice meraklandım ve ilanın sözünü ettiği mucize doğal ürün Diyason’u araştırmaya başladım. 

Aynen şöyle diyor tanıtım: “Dr. Nuri Kaplan ve bir grup bilim adamı tarafından uzun akademik araştırma ve bilimsel çalışmalar sonucunda geliştirilen Diyason, şeker hastalarının beklentisini karşılamaya yardımcı oluyor. Çıktığı günden bu yana Türkiye’de büyük ilgi uyandıran ürüne Avrupa ülkelerinden de talep gelmeye başladı. Dr. Kaplan diyabetin tedavisi olmayan bir kader olmadığını, bilakis tedavinin doğada gizli olduğunu söyledi.” 

Ne güzel söylemiş değil mi? Ağzında damla damla bal! Ben de böyle bir sürü şey söylemek istiyorum ama ‘bir grup bilim adamı’ bulup ‘uzun akademik araştırma’ yapamadığımdan susuyorum. Bundan dolayı yani. 

Daha da bilgilenmek için aradım ofislerini, ses yok. İnternet sitesinde ‘destek hattı’ yazan butonu tıkladığımda karşıma bir online chat kutusu çıktı. Ürün danışmanı olduğunu söyleyen kişiyle diyalogumuz şöyle gelişti: 

Ben: Bir yakınım tip 1 diyabet hastası, o nedenle ürününüzle ilgilendim. Yalnız biraz çekiniyorum. Bu ürünün içindeki maddelerin diyabete iyi geldiği hangi araştırmalara dayandırılmış? 

Ürün danışmanı: Diyason, üç aylık düzenli kullanımda şekeri dengeliyor ve dengelemek için kullanmış olduğunuz takviyeleri (insülin, hap vb.) bırakmanızı sağlıyor. Altı aylık kullanımda ise pankreası tedavi edip şekerden kurtulmanızı sağlıyor. Vücuda giren glikozu (şeker) kana karışmadan parçalara ayırarak hücrelere girişini sağlıyor ve hücrelerde enerji olarak yanmasını sağlıyor. 

Ben: Çok başarılı ama yine de ikna olmam için bir bilimsel çalışma örnek gösterebilir misiniz? 

Ürün danışmanı: Bilimsel çalışma örnekleri kısa süre sonra sitemizden yayımlanacaktır. 

Evet, sohbetimiz burada kesildiğinden bir şeker hastasına üç ay içinde insülini bıraktıracak ürünün içeriğini tek başıma incelemek zorunda kaldım: 100 mg. çemen otu tohumu, 100 mg. tarçın, 100 mg. yeşil çay, 50 mg. sarmısak tozu, 50 mg. soya unu. 

Tam olarak bir grup bilim adamının uzun akademik çalışmalar sonucunda ortaya çıkaracağı cinsten bir ürün valla. Fiyat: 3 adedi 319 TL, 6 adedi 619 TL. Hesaplı da meret! 


…………

ERZURUMLU DOKTORUN MUCİZE İLACI (Hürriyet):

Erzurum Palandöken Devlet Hastanesinde 20 yıldır dahiliye uzmanı olarak görev yapan Dr. İsa Yalçın, hastalarını ilk kez annesinde denediği ve 'Her Derde Deva' (HDD) adını verdiği bitkisel karışımla tedavi ediyor. 19 ayrı bitkiden elde ettiği HDD karışımının bir mucize olduğunu iddia eden Yalçın, "Böbrek hastası annemi hastaneye yatırdığımda diyaliz makinasına bağlanmaktan başka çaresi yoktu. Bitkilerden ezme gibi yaptığım karışımı anneme yedirdim. Annem diyaliz hastalarının kabusu olan makineye bağlanmadan kurtuldu. Antidepresif, uyku düzenleyici, reflü, spastik kolon, hemoroid ve yorgunluk şikayetlerim için 16 aydır eczaneye gitmiyorum. Sigara içmeyen kellerde saç çıkartıyor. Devlete külfet olmuyoruz. HDD karışımı ile birçok hastalığı iyileştirdim. Tek amacım bu karışıma üretim izni almak" diye konuştu. (Turgay İPEK / ERZURUM, (DHA)


…………

Orhan Bursalı (Cumhuriyet):  UYDURUK TEDAVİ HOCALARI

Kapak konumuz hiçbiri doktor olmayan, ama bitkilerden herkese sağlık dağıtan profesör unvanlı kişiler ve eylemleri üzerine.. Uzun zamandır can sıkıcı bir şekilde oturan önemli ölçüde şarlatanlığa dönüşen “bitki ile hastalık tedavisi” ile, aslında yurttaşların dertleri, sağlık sorunları istismar edilmektedir. Pek çok televizyon bunlara kapılarını açmış durumdadır.. Gün geçmiyor ki, belirli ekranlardan birinde bitkilerle şifa dağıtılmasın. Bunların hemen hepsi yüksek ücretler ödeyerek TV’lere çıkıyor! Asgari limiti 5 bin TL, yukarıya doğru 20 bin TL’ye çıkıyor ekrana çıkmak! Bu parayı nasıl karşılıyorlar demeyin; sattıkları şişelerin fiyatlarına bir göz atın yeter...

Çoşkun Özdemir teşvik etti ve bu rezalete kim dur diyecek diye sordu! Sağlık ve Tarım Bakanlığı, verdikleri ruhsatlara ne kadar uyulduğunu, hastaların nasıl istismar edildiğini, bu kişilerin tamamen tedaviye yönelip yönelmediğini, yasaları çiğneyip çiğnemediklerini denetliyor mu? Yoksa yurttaşları bilgisiz, kimsesiz mi bırakıyor, arenayı boş bulmuş koşturup duran bu boğaların karşısında ve elinde! Bu konuda aydınlatıcı ve bilimsel yayını sürdüreceğiz..

(Tamamı için: http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=em&em=cu/cubilim/w/b02.html )





GÜDÜCÜ YA, SANKİ ÇOCUK KANDIRIYOR

Abidin Yağmur (Cumhuriyet): ‘CARİ AÇIĞI NÜKLEER SANTRALLE KAPATIRIZ’


MERSİN - Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan Türkiye’nin cari açık sorununun temelinde “doğalgaza bağlılık ve enerji ithalatının” yattığını belirterek “cari açığın belini nükleer santralla kıracaklarını” söyledi.

Seçim bölgesi Mersin’de gazetecilerle bir araya gelen Çağlayan, “Bazıları diyor ki ‘ben nükleere karşıyım’. Tamam başım üstüne. Ama yerine ne koyacaksın? Tezekten mi üreteceksin? Varsa öyle bir teknoloji getir. İki nükleer santral 85 milyar kilovatsaat enerji üretecek. Cari açık fazla diye eleştirenler cari açığın ne olduğunu, neden kaynaklandığını biliyorlar mı? E, eskiden bu kadar büyük değildi diyorlar. Eskiden Türk ekonomisi de bu kadar büyük değildi. Büyük dağın büyük karı olur” dedi.


…………..


Mehveş Evin (Milliyet): NÜKLEER SEVDASI

Başbakan Tayyip Erdoğan, Cuma günü yeni hükümet programını açıkladı. Doğal olarak herkes Kürt açılımı, adaletin zamanında tecellisi, Meclis’te diyalog vurgusu gibi kritik mevzulara odaklandı.

Bunlar elbette ferahlatıcı. Ne kadarı samimi, onu da zaman gösterecek.

Ancak hükümet programı sadece yeni Anayasa, ileri demokrasi gibi meselelere odaklanmıyor. Özellikle cari açıkla ilgili alınacak önlemlere de yer verilmiş. Ne de olsa cari açığın 2011’in ilk dört ayında yüzde 113 artması, tehlike çanlarını çaldırıyor. Merkez Bankası verilerine göre cari açık, 29 milyar 642 milyon dolar.

AKP hükümeti, cari açığın “yapısal” nedenlerden kaynaklandığına inanıyor… Erdoğan bu yüzden enerjideki dışa bağımlılığa dikkat çekerek, cari açıkla mücadele etmek için listenin en başına yeni enerji yatırımlarını koyuyor.

Slogan tanıdık: Türkiye, nükleer enerjiye girecek, başka çare yok!

İlk etapta kulağa hoş ve mantıklı mı geldi? Öyle olmalı, zira medyada bunu henüz tartışan, diyen yok! Ancak biraz ekonomi bilen biri, cari açığın uzun vadeli enerji yatırımlarıyla kapatılamayacağını anlayabilir.

Hani tasarruf?

Cari açık, kabaca bir ülkenin ürettiğinden çok daha fazlasını harcaması anlamına geliyor. Ürettiğinizden fazla yaptığınız harcamaları da başka ülkelerden borçlanarak karşılıyorsunuz…

Sabah yazarı Okan Müderrisoğlu, “cari açığa yönelik yapısal önlemlerin temeli, tasarruf eğilimini özendirmek ve sanayi üretim biçimin yenilenmesine dayanıyor” diye yazmıştı. Bir başka perspektife göre ithal malları daha pahalı yapmak, ihracatı güçlendirmek ve Türk lirasının aşırı değerlenmesini engellemek, cari açığa çözüm olabilir.

Ama varsa yoksa enerji ihaleleri telaffuz ediliyor. Oysa bugün planlanan bir nükleer santral projesinin hayata geçmesi için en az 6 yıl gerekli! İstihdama bir faydası olmayacağı gibi –çünkü nükleerde çalışacak yerli kalifiye eleman yok- TOKİ mantığıyla da santral kuramazsınız…

Peki bugünün cari açık sorunu, nasıl oluyor da yıllar sonrasına planlanan projelerle çözülecek? Başbakan’ın danışmanları, hükümet programını hazırlarken keşke biraz daha titiz olsa…

Kendimiz üretmiyoruz

Nükleer santralde üretilen elektriğin ne kadar “kendi üretimimiz” olacağı ise ayrı bir tartışma konusu! Zira Akkuyu için yapılan anlaşmaya göre biz, Ruslar’dan elektrik alacağız. Üstelik, kendi topraklarımızda yapılan bir santralden…

Anlayacağınız nükleer santrali diktik, “şimdi kendi elektriğimizi üretiyoruz, dışa bağımlılığımız kalmayacak” demek doğru değil!

Bu noktada, komşudan örnek vereyim: Yunanistan’da ekonomik krizin en önemli nedenleri, kamudaki aşırı harcamalar ve hiçbir şey üretmeyen, tasarruf tedbiri almayan bir ülkenin borç batağına saplanmasıydı… Yunanlılar, en çok turizmden kazanıyor. Ama bu sektörde kullanılan en küçük malzemeyi bile dışarıdan getirtiyorlar. Tarım yok edildi, portakalı bile Hollanda’dan ithal etmeye başladılar.

Sonuç, ortada… Tamam, bizim durumumuzla elbette kıyaslanmaz. Ama komşunun hatalarından ders çıkarmalıyız. Yoksa bizim de başımızı iki elimizin arasına alıp “Biz ne yaptık” diyeceğimiz bir gün gelecek.

(Tamamı için: http://www.milliyet.com.tr )


………….


Mustafa Balbay (Cumhuriyet): Medyamızın önemli bir bölümü Başbakan hangi kararı verirse karizmatik buluyor. Verdiği karardan dönse o da karizmatik oluyor. O nedenle önceki hükümetlerde olduğu gibi “100 günlük karne”, “200 günlük kredi” türünden hükümet notlamaları da yok artık. Kimileri daha hükümet işbaşı yapmadan tam not verdi. Bu, öğretim yılının başında karne dağıtmak gibi bir şey.

İleri demokrasi de böyle.


……………


Prof. Dr. Naci Görür: “Adam sendeciliğin, vurdumduymazlığın, inşallahçılığın olduğu bir ülkede nükleer enerjiye asla yönelmemek gerekiyor. Türkiye güneş, rüzgâr, fosil yakıtlar gibi alternatif enerji kaynaklarına sahiptir. Akdeniz’de meydana gelecek bir depremden santral etkilenebilecektir.”

……………..


Prof. Celal Şengör : “Kendisine bilimde demokrasinin yeri olmadığını, mesela bir nükleer santralda hareket eden nötronların parlamentolardaki oylamalardan en küçük bir şekilde etkilenmeden insanları öldürebileceklerini anlatmama da böylece imkân kalmadı.”

……………..


Doğan Kuban (Cumhuriyet): Bilim ve teknolojide geri kalmış toplumların yarım pişmiş düşünürleri, sezginin akıldan ne kadar daha üstün olduğunu savunan ileri düşünürler arasına katıldı. 19. yüzyıldan bu yana Müslümanların “bilim gereksiz, teknoloji yeter” düşüncesi, bu sözde çok gösterişli boş entelektüel tuzağa düşerek özellikle kuramsal bilimi dışlamağa devam ediyor.

……………..

Orhan Bursalı (Cumhuriyet):  “Bilimsel girişimler güven temeli üzerine kuruludur. Toplum, bilimsel araştırma sonuçlarını, araştırmacının çalışmasının dürüst ve doğru bir yansıması olduğuna güvenir. Araştırmacılar da aynı şekilde çalışma arkadaşlarının verileri doğru topladığına, uygun analitik ve istatistik teknikleri kullandığına, sonuçlarını doğru şekilde rapor ettiğine ve diğer araştırmacıların çalışmalarına saygı ile yaklaştığına güvenir. Bu güven sarsıldığında ve bilimin profesyonel standartları ihlâl edildiğinde, araştırmacılar sadece kişisel olarak aşağılanmış olmazlar, aynı zamanda mesleklerinin temelinin de sarsıldığını hissederler. Bu da bilim ile toplum arasındaki ilişkiyi etkiler.”

……………..

Celal Şengör (Cumhuriyet):  Konuşmalarından ilki 1984 yılında yapmış olduğu, «Bilmek ve Bilmemek» başlığını taşıyordu. Burada Popper, Sokrates‘in Delfi’deki kâhinlerin ağzından tanrı Apollon’un «Sokrates’ten daha akıllı bir kişi var mıdır?» sorusuna niçin «Hayır!» cevabını verdiğini tartışıyor. Sokrates bu yargıyı anlayamadığı için, kendisi bir araştırma yapmaya kalkışıyor, Platon‘un «Sokrates’in Özürü» adlı diyaloğundan öğrendiğimiz gibi. Muhtelif meslek gruplarına danışarak onların bilgilerini sorguluyor ve hepsinin kendilerini çok şey bilir sandıklarını görüyor. Buradan şunu çıkarıyor: «Bu kişiler kendilerinin çok şey bildiklerini sanarak aldanıyorlar. Ben en azından hiçbir şey bilmediğimi biliyorum, ama ondan bile emin değilim. En azından bu kadarcığı onlardan fazla biliyorum. Herhalde tanrı Apollon onun için beni onlardan akıllı buluyor.»







7 Temmuz 2011 Perşembe

GÖRMEZLİKLE GÖRÜNMEZLEŞECEKMİŞ USTA


YAŞAR KEMAL HAKLI ÇIKTI…

Yaşar Kemal, Rıfat Ilgaz için, 'Böylesine büyük ustalarımızın kadrini ancak seng-i musallada biliriz' diye yazmıştı. Babam hep bir bahardan söz ederdi, yemyeşil bir bahardan. Yaşamının son çeyreğinde sözünü ettiği o baharı göremedi.

Cumhuriyet- 12 Eylül sonrası Rıfat Ilgaz tutuklu kaldığı Kastamonu’dan İstanbul’a döndüğünde Şan Tiyatrosu’nda “Rıfat Ilgaz 70 Yaşında” adlı bir kutlama töreni yapıldı. Kalabalık bir dost topluluğu vardı. Sanki 12 Eylül’e karşı bir başkaldırıydı.

Törene katılamayan Yaşar Kemal bir mektup göndermişti:

“Ilgaz Usta, inanılmaz çilelerin, yiğitliklerin adamıdır. O, çağımıza onur veren namuslu kişiliklerden birisidir. Hiçbir çile, hiçbir acı, hiçbir engel, hiçbir bela onu insanlık yolundan döndürememiştir. Onun elinin değdiği her şey altın olmuştur. Mizah yazmıştır, en güzelini.

Şiir yazmıştır, ülkemiz şiirinin en güzel örneklerinden. Romanı, hikâyesi de öyle. O, bizim edebiyatımızın doruklarından biridir. Ama ne yazık ki, biz böylesine özverili, böylesine halkımıza timsal olmuş, böylesine büyük ustalarımızın kadrini ancak seng-i musallada biliriz.”

Babam 1940’lı yıllarda yazdığı bir şiirinde, “Kapandı yüzümüze dergi kapakları, / Bir varmış bir yokmuş olduk sağlığımızda. / Şiir... O yosmanın boyuna. / Gazete... Gelene gidene başyazı. / Ara ki bulasın sayfalarda / Şair Rıfat Ilgaz’ı” diyordu...

“Yazılarımın, şiirlerimin altını kırmızı kalemle çizip, suç bulan yetkililere bir bakıma saygı duyuyorum. Onlar yazılarımı, şiirlerimi dikkatle okuyorlar. Asıl, benim adımı karakalemle çizen, beni yok bilen edebiyat araştırmacılarına kızıyorum” derdi.

“Hababam Sınıfı” filmleri Rıfat Ilgaz ile özdeşleştirilir de TRT’de yayımlanmaz korkusuyla jenerikten adını bile çıkarmaktan çekinmediler...

Bir keresinde çok kızdığını hatırlıyorum. O yılların iki meşhur dergisiydi Kadınca ve Erkekçe... Dönemin ünlü eleştirmenlerinden biri Kadınca dergisinde “Karartma Geceleri” adlı romanına değinerek “Hapishane edebiyatı yapıyor” dediğinde yanıtını Gösteri dergisinde vermişti: “Bu yazdıklarını Kadınca dergisinde yazacağına, erkeksen Erkekçe dergisinde yaz.”

Yemyeşil bir bahar özlemi

Yazdığı yazılar ve şiirlere adını sakıncalı bulanlardan, hatta “Aman buralarda dolaşma!” diyen dostlarından söz ederken bile gülümserdi.

Hep bir bahardan söz ederdi. Yemyeşil bir bahardan: “YÜZYIL’ımı dörde böldüm... / Her bölümü bir mevsim, / Biri kaldı, üçü gitti... / YAZ’ı gitti, GÜZ’ü gitti, / Karlı, tipili KIŞ’ı gitti, / Yemyeşil bir bahar kaldı!”

Yaşamının son çeyreğinde sözünü ettiği o baharı göremedi. Özgür, aydınlık bir 21. yüzyılı göremedi.

Cide halkı Rıfat Ilgaz’ı bağrına bastı. Cideliler, özellikle de Cideli kadınlar onu yanıltmadı. Cide Loç Vadisi’ni HES’lere kaptırmamak için başkaldırdılar.

Cide’de bir çocuk parkı...

Cide’nin hemen girişinde çocukların oynadığı parkın kapısında Rıfat Ilgaz adı yazıyor.

“Önce yerel olacaksın, sonra evrenselleşeceksin” derdi.. Öyle de oldu. Yapıtları son yıllarda pek çok dile çevrildi.

“Hababam Sınıfı” filmleri, Uluslararası Film Seçkileri arasında komedi filmi dalında ilk üçe girdi. “Karartma Geceleri” romanından aynı adla Yusuf Kurçenli tarafından çekilen film ise yurtiçi ve yurtdışından 12 ödül aldı.

16 yıldır Cide’de Rıfat Ilgaz Sarıyazma Kültür ve Sanat Festivali düzenleniyor.

Cide Belediye Başkanı Nejdet Demir’in önderliğinde bütün Cidelilerin de katılımıyla Rıfat Ilgaz’ın 1911 yılında doğduğu ev aslına uygun olarak restore edildi. Rıfat Ilgaz Müzesi adı verilen evde babamın bütün özel eşyaları, kitapları, el yazıları, fotoğrafları sergileniyor.

Rıfat Ilgaz’ın 100. yaş günü nedeniyle İş Bankası Kültür Yayınları ve Çınar Yayınları ortaklığıyla bütün kitapları yeniden yayımlanıyor.

MEB tarafından 100 Temel Eser listesine alınan “Halime Kaptan” adlı kitabı İş Bankası tarafından “Karneni göster kitabını al” kampanyası kapsamında 1 milyon adet basılarak öğrencilere dağıtıldı.

İşte dostlar, bir zamanlar “Kapandı yüzümüze dergi kapakları” diyen, sağlığında hayıflanan Rıfat Ilgaz, ölümünden sonra da gündemde... Özlediği bahar geliyor mu dersiniz? Darısı ülkemin gençleri ve aydınlarına...

Rıfat Ilgaz “Son Şiirim”de, “Elim birine değsin / Isıtayım üşüdüyse / Boşa gitmesin son sıcaklığım” demişti. Sıcaklığı yavaş yavaş bütün yurda yayılıyor...

Yaşar Kemal haklı çıktı. Rıfat Ilgaz’ın doğumunun 100. yılında…

Aydın Ilgaz

Cumhuriyet