10 Mayıs 2012 Perşembe

PAŞA PAŞA


TEBRİK EDERİM PAŞARILAR DİLERİM


Rezil

Ahlaksız
Vatan haini
Kalleş
Tecavüzcü
Salak
Pespaye
Kepaze

* * *

Tiksiniyorum.

* * *

İğrenç, katil, cani, suç şebekesi, ahmak, kafatasçı, namussuz, millet düşmanı, vicdansız, zalim, lekeli, utanmaz, ikiyüzlü, onursuz, çürümüş, sefil, palavracı, köle tüccarı, çarpık, yamuk, sakat, kanunsuz, zihinleri travmatik, lanetli, haddini bilmez, terbiyesiz, din sömürücüsü, beyinsiz, korkak, yüreksiz, kendilerini padişah sanıyorlar, mezhep kışkırtıcısı, iftiracı, komik, kaypak, kirli dolaplar çeviren kafa, pişkin, suratsız, suçlu, bunlar orada oturduğu sürece rahat uyuyamayız, sahtekar, mafya, çete, kirli tertip, şaşı, kör, bombadan tehlikeli, gırtlağına kadar çamura batmış tipler,
iyi ki bunlarla savaşa girmemişiz.

* * *

Dinsiz.

* * *

Kalender Orduevi’nin bahçesinde yemek yiyenleri izledim. Çok tuhaftı. Hepsinin yüzünde sert, snob, hizaya sokmaya hazır ifade vardı. Kaş kavisleri, dudak çizgileri, hep o üstten, ayrıcalıklı, kıymeti, kudreti, kerameti kendinden menkul hali vurguluyordu. Sanki vazife başındaydılar, hazıroldaydılar. Hemen diplerinden denize atlayan gençlerden de, kaldırımda sevgilisiyle el ele yürüyen pardösülü kızdan da tiksiniyorlardı herhalde... Olsa bir sopa ellerinde, hepsini nasıl da hizaya sokarlardı. O ifadeler, masum değil. Orduevi misafirleri, akrabası bulunanlar bile yukarda görüyor kendini bizden ha? Vay be!

* * *

Utanılan meslek.

* * *

Türkiye bağırsaklarını temizliyor, Onuncu Yıl Marşı’ndan nefret ediyorum, Patagonya ordusunun zavallı generalleri, Yunan ordusu gibi, Sırp katillerinden farksız, Allah’ın evini bombalayacaklar, millete ateş açacaklar, lağvedilsin, muz cumhuriyeti paşası.

* * *

Yazdılar...
Paşa rahatsız olmadı.

* * *

Türk basınının onuru, değerli büyüğüm Bekir Coşkun’dan rahatsız oldu paşa.

Tahrik oldu.

* * *

NOT:
İzmir Emniyet Müdürlüğü’nde eğitildi. Rottweiller cinsiydi. 150 testten geçti, narkotikte uzmanlaştı, 20 haftalık
kursu birincilikle bitirdi, polis teşkilatına katıldı. Gümrüklerde görev yaptı, Diyarbakır’da en tecrübeli polisler bile şüphelenmezken, bulaşık makinesi içine zulalanan kokaini yakalayarak efsaneleşti, Adana’da 75 kilo eroini enseledi.
Geçen ay...
Samsun’da Türk Polis Teşkilatı’nın 167’nci kuruluş yıldönümü vesilesiyle, zihinsel engelli çocuklarımız için gösteri yapıldı, en büyük alkışı o aldı. Adı ne? Paşa.



            Yılmaz ÖZDİL

Hürriyet



7 Nisan 2012 Cumartesi

DÜNÜN ÖLÇÜSÜZCE GAZ VERENİ GÜNÜN ÖLÇÜSÜZCE GAZ VERENİYSE


YUNUS GİBİ

“Gitti beyler mürveti, Binmişler birer atı
Yediğü yoksul eti, içtiği kan olısar”
Yunus Emre, “Ahır Zaman”/ “mürvet”
(yiğitlik)”, “olısar”(olmuştur)

Kıran vurdu memleketi
Zalimler hakan olmuştur
Yedikleri yoksul eti
İçtikleri kan olmuştur

Kula kulluk etmeyenin
Vicdanını satmayanın
Haram lokma yutmayanın
Mekânı zindan olmuştur

Yalan dolan yazıp çizen
Kudretliye övgü düzen
Dün dinsizim diye gezen
Bugün Müslüman olmuştur

Emeksiz zengin olanın
Kitapsız bilgin olanın
Sermayesi din olanın
Rehberi şeytan olmuştur

Haramisi, soyguncusu
Uğursuzu, vurguncusu
Cellat ruhlusu, soysuzu
Bakan, sadrazam olmuştur

Korkan varsa konuşmaya
Anlam yükleyip susmaya
Gerek kalmadı korkmaya
Çünkü korkulan olmuştur

Sesime kulak ver gülüm
Tutsaklığa yeğdir ölüm
Nerde varsa böyle zulüm
Çaresi isyan olmuştur


            Ataol Behramoğlu
            Cumhuriyet



5 Mart 2012 Pazartesi

KES ZIRLAMAYI, BAŞGÜDÜCÜNÜN KESTİĞİ PARMAK ACIMAZ, BİLMİYON MU KOYUNUM

‘CAMİ BOMBALAMA GÖREV TİMİ KOMUTANI’

Geçen cuma (2 Mart) gazetemizde, 5 aydır tutuklu bulunan Tuğamiral Ali Sadi Ünsal’ın açıklaması “Rahmetli Amiraller de Darbeci Yapıldı” başlığıyla yayımlandı. 2002-2003 yılında hazırlandığı iddia edilen “Balyoz Darbe Planı” uyduruk belgesinde adı geçenler arasında 2000’den önce ölmüş amirallerin de adı geçiyordu!!! Suçlamaya konu olan sahte dijital verilerde 1500 kadar tartışılmayacak kadar net sahtecilik vardı!

Başbuğ, Büyükanıt ve diğer generallerin cuma günü tanık olarak dinlendiği Balyoz davasında, savcılar Büyükanıt’a darbe üzerine soru sorarken bile, “kulis bilgilerine, rivayetlere göre” diyordu!

Balyoz davasının tamamı bir çığlık aslında!

Şimdi size, 12 aydır Hasdal’da tutuklu bulunan Jandarma Kurmay Yarbay Hüseyin Topuz’un gönderdiği mektubun bir özetini sunacağım.. Hemen belirteyim, Topuz, “camileri bombalayacak timleri yönetmekle görevlendirildiği” iddiasıyla tutuklu. Şimdi şu hukuksuzluklara, rezaletlere bakın:

***
“Sessiz çığlığımızı duyun” diyor Topuz:

“Fatih Camii’ne yönelik eylem planı hazırlamakla suçlanıyorum. Halbuki sözde planların hazırlandığı ileri sürülen 2002-2003’te, Hara Harp Akademisi’nde öğrenim gören henüz yüzbaşı olmuş bir jandarma subayı idim. Darbenin provası olarak gösterilen seminere katılmadığım gibi, böyle bir seminerin yapıldığını da, 2010’da gazete haberlerinden duydum.

Soruşturma aşamasında yurtdışı görevde olduğum için ne poliste, ne savcılıkta ne de sorgu hâkimliğinde ifadem alınmaksızın, sorgum yapılmaksızın kanunlara aykırı bir şekilde sanık oldum, 11 Şubat 2011’de hukuksuz bir şekilde tutuklandım. Savcı, ifademi almadan hakkımda iddianame düzenledi, mahkeme de bunu maalesef kabul etti! Ben yine de suçsuzluğumu ispat etmek zorunda bırakıldım. Tutuklandıktan 7.5 ay sonra ilk kez bir adli makama ifade verdim!

26 Ağustos 2011’de verdiğim savunmamda ve dilekçelerimde, suçsuzluğumu, kurumlardan aldığım resmi belgelerle kanıtladım.

20 Ocak 2010’dan bugüne kadar yazılı ve görsel basında‘ bunlar cami bombalayacak, uçaklarımızı düşürecek, darbe yapacak’ biçiminde yayın yapan ve bizleri millet düşmanı olarak gösterenler, ordu ile ilişkisi olmayan sahte bir planı gerçekmiş gibi yazanlar, bu iddiaları çürüttüğüm savunmam konusunda tek satır yazmadılar.

Fatih Camii’ne yönelik sahte ‘Çarşaf Eylem Planı’ndaki sahtekârlıklardan birkaçını anlatmak istiyorum.

***
TÜBİTAK’ın ‘2002-2003’te hazırlandı’ belgesi verdiği CD’lerdeki bu eylem planında:

a) ‘cami ve çevrede bulunan kamera sistemleri tespit edilecektir’ deniyor. Oysa, resmi bilgilere göre, o bölgede kamera sistemi 2005’te kuruldu!

b) ‘Operasyon esnasında haberleşme, emniyetli cep telefonlarıyla sağlanacak’ deniyor. Oysa, ASELSAN ve TÜBİTAK’ça üretilen emniyetli cep telefonları, ilk kez 2 Aralık 2008’de kullanılmaya başlandı.

c) Sözde Gözlem ve Keşif formlarında bazı sokak ve cadde isimleri yazılı.. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan aldığımız bilgiye göre, bu formlarda adı geçen cadde ve sokak adlarından 10 tanesine isimleri, 2006 ve 2007 yıllarında verildi.

d) Yine bu formlarda ‘Taksim- Vezneciler- Edirnekapı’ belediye otobüs hattından bahsediliyor. Yine Büyükşehir Belediyesi, o tarihlerde bu hattın olmadığını bildirdi.

***
Şu ana kadar diğer sanıklar ve avukatları tarafından mahkemeye sunulan yukarıdakilere benzer 1500 kadar sahtecilik var. Ben sadece tarafıma yöneltilen, asılsız olduklarını kanıtlayan, 99’u resmi kurumlardan alınan belgeler olmak üzere toplam 117 sahtekârlığı açıkça ortaya koydum.

Gücümü suçsuzluğumdan alıyorum ve kimse tarafından affedilmek istemiyorum, yargılanmak ve aklanmak istiyorum. Bu yargılamanın tutuklu olarak sürmesini gerektirecek hiçbir hukuki gerekçe kalmamıştır.

Suçlamalara mesnet oluşturan ve adımın yer aldığı dijital görevlendirme çizelgesindeki 9 kişiden, benimle durumu aynı olan 7 kişi tutuksuz yargılanırken, hatta duruşmalardan vareste tutulmuşken, ben hangi gerekçe ile hâlâ tutuklu yargılanıyorum?”

***
Evet, “Fatih Camii’ni bombalayacaklardı ” tiksindirici suç atımı, iki yıl boyunca toplumun beynine kazınmıştı!

Polis ve savcılığın kanıt olarak gösterdiği ve 2003’te hazırlandığı savlanan CD’lerde 1500 sahte olgu var. Bu sahte olguların önemli bir kısmı, bu sahte darbe planının 2003’de değil, 2008-2009’da hazırlandığını gösteriyor. Çünkü, ileri sürülen verilerin büyük kısmı, sokak adları vb. gibi, 2003’te“dünyada yoktu”!

Evet, Balyoz Darbe Planı’nı sanki varmış gibi hazırlayan ve yüzlerce subay ve ailelerini mahveden çetenin kim olduğuna geliyor sıra yavaş yavaş...

Acaba, Yarbay Topuz hangi gerekçeyle, vicdanla, delile dayanarak, hangi hukuk ve yasa maddesiyle hâlâ hapiste tutuluyor?


            Orhan Bursalı
            Cumhuriyet



27 Şubat 2012 Pazartesi

BAĞIRIP ÇAĞIRANLARLA YAYGARACILAR DÖRT DÖNERKEN KONUŞMASI GEREKENLER KONUŞAMIYOR

BİR ERMENİ VATANDAŞIN MEKTUBU


Tarık Bey, Sevan İnce adındaki bir Ermeni vatandaşın ilginç bir mektubundan söz ediyor ve “Herkesin okuması lazım” diyordu.
Bu mektubu okurlarımla paylaşmak istiyorum. Sevan İnce şöyle yazıyor:

* * *
“Biz, dört Ermeni arkadaş, geçen akşam dernekten çıkmış, Galatasaray’da nargile keyfi yapıyorduk...
Laf döndü dolaşıp malûm konuya geldi. Baktım herkes aynı hususta dertli:
Ermeni asıllı birer Türk ve sadece birer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak dünyaya sesimizi nasıl duyururuz?
Ünlü bir sanatçı, politikacı veya bir dernek başkanı değilsin ki, mikrofon uzatıp röportaj yapsınlar. Gazeteci değilsin ki, fikirlerini köşenden dünyaya duyurabilesin. İyi de, biz bu işten sıkıldık. Bizim yerimize bilir bilmez herkes konuşuyor.
Bir tarafta “Ermenilere soykırım yapılmıştır” diyenler, diğer yanda “Soykırım yoktur” diyenler... Şimdiki moda ise “Tarihçilere bırakalım” diyenler...
“Soykırım yapılmıştır” diyenlere bakıyorum, hepsi ya kindar Ermeni diasporası mensubu veya bunlardan çıkarı olan siyaset erbabı...
“Yoktur” diyenlere bakıyorum, bu konuda derin bir bilgileri yok ama “adettir” diye reddediyorlar!

* * *
Gerçeği benden ve benim gibilerden başkası bilemez.
Bizler, hadiseleri birinci ağızdan dinlemiş kişileriz. Bizler Türk Ermenileriyiz. Türk Ermenilerinin harici Ermenilerden çok ciddi bir farkı vardır.
Bizler tehcir (zorunlu göç) sırasında ya Türkiye’de kalmışların veya tehcir bitiminde Türkiye’ye geri dönmüşlerin torunlarıyız. Bizler tek tip hikâye dinlemedik.
Diaspora Ermenisi sadece ölüm hikâyesi bilir. Olaylardan sonra geri dönmemiş ve komşularının mahcup yüzlerine tanık olmamıştır. Onlar bu ölümler için bütün Türkleri suçlarlar. Olayları sadece ‘Soykırım’ olarak nitelerler. Türk Ermenisi’nde ise daha bol ve daha değişik hikâyeler vardır.

* * *
Mesela dedem, Erzincan’daki çiftliklerinden ağabeyinin alınıp götürülüşünü ve onu kurtarmak için başçavuşa bir eşek yükü altın fidye verdiğini anlatırdı...
Anneannem, köydeki Ermeni delikanlıların nasıl silahlandırılıp çeteci yapıldıklarını anlatırdı. Üniformalarını yabancı lisan konuşanlar getirmiş!
Büyükbabam, Kayseri’de tüm sülalesini kurtarmak için çırpınan Osmanlı Yüzbaşısı Sinan’ı ağlayarak anlatırdı. Sayesinde o sülaleden kimsenin kılına zarar gelmemiş...
Bizler, katliam hikâyelerini dinlediğimiz gibi, bir Ermeni arkadaşı tehcire giderken askerin önüne yatan Türklerin veya yurtlarına geri döndüklerinde onlara tekrar kucak açan Türk komşuların hikâyeleri ile de büyüdük.
Onun için “Bize sorulsun” diyorum. Kimse bizden daha objektif olamaz.
Bu hadisenin bir uzun anlatımı vardır, bir de kısa anlatımı... Kısası şudur:

* * *
Tebaanın bir kısmı emperyalist güçlerinin gazına gelip ayrılıkçılık yapmıştır. Buna kızan Osmanlı hükümeti bölgede “tehcir” kararı almıştır.
Günün şartlarına göre tehcir (zorunlu göç) çok zor koşullar altında gerçekleşmiştir. Çoluk çocuk muhtelif şekillerde kırılmış ve kıyıma uğramıştır. Bu kırılma hastalık ve açlık sebebiyledir. Kıyım ise Osmanlı askerleri tarafından organize bir şekilde yapılmamıştır
Hastalık dışındaki bu ölümler, münferit olaylardır ve sürgünlerin yanlarında götürdükleri altın paraları gasp etmeyi amaçlayan bölgenin eşkıyaları tarafından yapılmıştır. 

* * *
Hal bu iken, o bölgede olaylar cereyan ettiği sırada, ülkenin Batı bölgelerinde yaşayan Ermenilerin aynı şekilde bir zulme uğramadığı göz önüne alınırsa, buna soykırım denilemez! Pek çok başka kelime söylenebilir, soykırım hariç!
Kaldı ki, söz konusu bir ya da bir buçuk milyon rakamı, ölen Ermeni sayısını değil kayıp sayısını ifade eder.
Biz Türk Ermenileri, iyi biliriz ki, Anadolu bu olaylar esnasında veya sonrasında Müslüman olmuş Ermenilerle doludur. Bu kişiler, daha sonra serbest olmalarına rağmen kendi dinlerine dönmemişler ve geçmişlerini gizledikleri için kayıp hanesine yazılmışlardır.
Konuşmak gerekirse biz konuşur, olayların uzun hikâyesini anlatırız. Bu konuda bizlerden daha iyi tarihçi de olamaz.”

Sevan İNCE (Ermeni asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı)


Rahmi Turan
Hürriyet


26 Ocak 2012 Perşembe

SUSMUYOR İŞTE, PARAMPARÇA DELİK DEŞİK ETMEK NAFİLE

AMAÇ KÂRI MUHAFAZA

Türkiye’de birtakım insanlar suç işlerler, onlara dokunulmaz. Ebediyete giden her on yılda bir arkadaşımız hapsoluyor. Sadece maddi değerlere bağlılar bunlar. Muhafazakâr; kârın muhafazası, sadece kâr gelsin başka bir şey yok.

Yıllarca devletin savcısı, bilirkişisi uğraştı, biz gittik geldik. Ne gerek var buna? Türkiye’de birtakım insanlar suç işlerler, onlara hiç dokunulmaz. Birtakım insanlar suç işlemezler, bizim Ali Sirmen gibi ikide bir abone, sıkıyönetim abonesi. Millet elektrik, su abonesidir, Ali Sirmen de sıkıyönetim abonesidir.

Ebediyete giden her on yılda bir arkadaşımız hapsoluyor. Niye? Efendim Barış Derneği’ymiş, Sovyetçilikmiş, TKP’ymiş. Biri sordu bana “Ali Sirmen TKP’li mi?” diye, hayır, Galatasaraylı bildiğim kadarıyla.

Niçin bunlar?

Şimdi aslında bizim milli ve manevi değerlere bağlı arkadaşlarımız var ya, tarih de bilmezler. Enver Paşa gitti Orta Asya’da öldü Türkleri kurtarmak için derler. Bilirler mi ki en koyu Lenin işbirlikçisi Enver Paşa’dır, Bakû Kongresi’nden bellidir. Enver Paşa Lenin’le anlaşmış, Mustafa Kemal Sakarya’da yenilse Sovyetler Müslümanlardan oluşan bir Kızıl Ordu’yu Enver Paşa’yı başına geçirerek Türkiye’ye yollayacaktı. Mustafa Kemal başarıya ulaşınca Sovyetler de Enver Paşa’yı harcıyor.

Tabii bunları bilmez bizim milli ve manevi değerlere bağlı arkadaşlarımız. Sadece maddi değerlere bağlılar bunlar. Muhafazakâr; kârın muhafazası, sadece kâr gelsin başka bir şey yok. Ne biçim muhafazakâr toplum ki Çırağan Sarayı’nı kumarhane yapar. Bu kadar maddi ve manevi değerleri, biz bağlıyız aslında manevi değerlere. Bunlar maddi değerlere bağlılar, çok açık.

Ayrıcalıkla yönetilmez

Şimdi, barış, demokrasi... İnsandan şüphelenmemek gerekir önce. Bu memleketin yazarı, çizeri, aydını, niçin bu memleketi kıyama sürüklesin? Sizin birtakım kafanızda problemleriniz varsa, ülkeyi birtakım ayrıcalıklara dayanarak yönetmek istiyorsanız, aydınlar buna karşı çıkıyorsa; sorun burada. Süleyman Demirel, Turgut Özal, bunlar hiç fark etmez. Bunlar aynı saz heyetindedirler, biri darbuka çalar, diğeri meydan sazı çalar. Bunlar hiç fark etmez. Zerre kadar fark yok. Genelkurmay Başkanıvekili Öztorun, Pınarcık olayından sorumluymuş. Peki şimdiki olaydan kim sorumlu? O zaman Başbakan sorumlu. Bunlar aslında kendi güçlerini kanıtlamak için birtakım kavramları kötüye kullanıyorlar.

Aşırı cereyan örneğin... Birdenbire televizyonlar falan bozulur ya, aşırı gelmiştir cereyan, odur. İkincisi, bir komşu bir yerden elektrik çalar, o da aşırı cereyandır. Mesela biz Bulgarlardan elektrik aldık yıllarca, NATO tatbikatı yaptık sonra onlara karşı. Bunlar da aşırı cereyandır. Bir de böyle kavramlar vardır, “aşırı cereyan”, “sapık ideoloji”, “aşırı düşünce”… Ne demektir bunlar inceleyelim. “Aşırı solcu” ne demek, “aşırı sağcı” ne demek, “aşırılık” ne demek? Aşırılık için bir ölçü vermek gerekir, bir merkez vereceksiniz ki o merkeze göre birisi aşırı olsun. Kim kime göre aşırı solcu? “Aşırı sağa, aşırı sola karşıyım”, ben de aşırı ortaya karşıyım. Bunlar manasız laflardır. Bunları söyleyeni ciddi bir hukuk profesörü varsa, sınıfta çaktırması gerek.

KINANAMAZ AMA 15 YILA MAHKûM OLUR

Bizim anayasamız başta, biliyorsunuz bizim anayasamız Magna Carta’dan bu yana yazılmış en güzel anayasadır. Çünkü başında değerli bir hukukçunun bulunduğu bir komisyon tarafından hazırlandı. Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı, kendisi armatör. “Gemilerde talim var bahriyeli yârim var”, Orhan Aldıkaçtı o. Bir tane Dündar Kılıç’ın avukatı vardı, o da anayasayı yazdı. Çok güzel bir anayasa.

Bu anayasa aslında kopya bir anayasa, kopya çektiler. Niçin kopya? Diyor ki bir maddesinde, “Kimse inancından düşüncesinden dolayı kınanamaz”, Batı’da öyle. Kınanamaz, 15 yıla mahkûm olur. 15 yıla mahkûm olur, ama kınanamaz, ayıp. Niye? Hapse girdin diye ayrıca kınamayacaksın. Bu mu? Bu komik duruma nasıl düşer insanlar, koskoca hukukçular? Herkeste bir kompleks var. Benim de bir kompleksim Orhan Aldıkaçtı’yla topluluk önünde anayasayı tartışmak. Anayasayı hazırladığı günden beri yazılar yazdım, tartışmaya çağırdım gelmiyor. Televizyona benim çıkmam yasak, eski solcularımızdan Tunca Toskay Bey yasakladı. Geçenlerde bir öğrenci sordu, “E nerede tartışacağız” dedim, sonra aklıma geldi. Gemileri vardır, gemilerde tartışırız, açılırız bir yerlere. Böyle anayasayı nasıl yazarlar, Türkçesi bozuk, niyeti bozuk. Almış bir anayasadan“kınanamaz” diye, Mussolini’den de ceza yasası maddesi koymuş 15 yıl diye.

Ayrıcalıkla yönetilmez

Şimdi, barış, demokrasi... İnsandan şüphelenmemek gerekir önce. Bu memleketin yazarı, çizeri, aydını, niçin bu memleketi kıyama sürüklesin? Sizin birtakım kafanızda problemleriniz varsa, ülkeyi birtakım ayrıcalıklara dayanarak yönetmek istiyorsanız, aydınlar buna karşı çıkıyorsa; sorun burada. Süleyman Demirel,Turgut Özal, bunlar hiç fark etmez. Bunlar aynı saz heyetindedirler, biri darbuka çalar, diğeri meydan sazı çalar. Bunlar hiç fark etmez. Zerre kadar fark yok. Genelkurmay Başkanıvekili Öztorun, Pınarcık olayından sorumluymuş. Peki şimdiki olaydan kim sorumlu? O zaman Başbakan sorumlu. Bunlar aslında kendi güçlerini kanıtlamak için birtakım kavramları kötüye kullanıyorlar.

Aşırı cereyan örneğin... Birdenbire televizyonlar falan bozulur ya, aşırı gelmiştir cereyan, odur. İkincisi, bir komşu bir yerden elektrik çalar, o da aşırı cereyandır. Mesela biz Bulgarlardan elektrik aldık yıllarca, NATO tatbikatı yaptık sonra onlara karşı. Bunlar da aşırı cereyandır. Bir de böyle kavramlar vardır, “aşırı cereyan”, “sapık ideoloji”, “aşırı düşünce”… Ne demektir bunlar inceleyelim. “Aşırı solcu” ne demek, “aşırı sağcı” ne demek, “aşırılık” ne demek? Aşırılık için bir ölçü vermek gerekir, bir merkez vereceksiniz ki o merkeze göre birisi aşırı olsun. Kim kime göre aşırı solcu? “Aşırı sağa, aşırı sola karşıyım”, ben de aşırı ortaya karşıyım. Bunlar manasız laflardır. Bunları söyleyeni ciddi bir hukuk profesörü varsa, sınıfta çaktırması gerek.


Uğur Mumcu
            Cumhuriyet



24 Ocak 2012 Salı

BİR ÖLÜMSÜZ

YAŞAYAN UĞUR MUMCU’DAN HUKUK DERSLERİ…

“Hukuku, egemen güçlerin bir baskı aracı yapmak isteyen iktidarlar, her ülkede hukukçuların vicdanlarına ipotek koymak istemişlerdir. Böyle dönemlerde, hukukun yerini, yasadışı yargılar ve korkular almıştır.”
***
“Hukuk artık siyasal kan davalarının birer aracı olmaktan kurtarılmalıdır.”
***
“Adaletin üç ayağı vardır. Bu üç ayağın birincisi yargıç, ikincisi savcı, üçüncüsü avukattır. Adaletin bu üç ayağından biri zedelenirse, adaleti ayakta tutmaya imkân yoktur. Bunun içindir ki hukuk devleti, yargı bağımsızlığına ve özgür barolara dayanır. Yargıç bağımsız değilse, savcı bağımsız değilse, avukat, her gün çeşitli baskılarla karşı karşıya ise, bundan adalet duygusu zarar görür. Dolayısıyla bütün toplum, bu zararın yükünü taşımak zorunda kalır.”
***
“Adalet duygusu diye bir inanç vardır. Bu inanç bir kez sarsıldı mı istediğiniz kadar çabalayın, inandırıcı olamazsınız. Hele adalet duygusu devlet eliyle yok edilirse, yıkıntı büsbütün büyük olur.”
***
“Hukuk devleti yargı bağımsızlığına dayanır. Bağımsızlık konusunda biçim ve öz iç içedir. Özle biçim, biçimle öz birbirinden ayrılmaz. Bu bağımsızlığın biçimine de özüne de saygılı davranmak zorundayız. Bu saygıyı gösterecek olanların başında yine başbakan gelmektedir. Saygıyla anımsatırız.”
***
“Bu ülkede devletin güvenliği ile hukukun güvenliği eşanlamlıdır. Devlet güvenliği adına hukuk güvenliğinin ortadan kaldırılması, demokrasi ve hukuk devleti için ilerde onarılmaz yaralar açar. Bu gibi dönemlerde, daha soğukkanlı olunmasında sayısız yarar bulunmaktadır. Dikkatler, gazetelere ve gazetecilere değil, saldırgana ve saldırganın örgütüne çevrilmelidir.”
***
“Suç ve ceza, ancak hukuk devletinin terazilerinde tartılır. Yargısız infaz olmaz. Olursa, bundan en çok devletin kendisi zarar görür ve bundan en çok devletin güvenlik güçleri yara alır. Yaratılan kargaşada terör ile ilgili olmayan yurttaşlar ‘teröristtir’ diye öldürülürler. Bu da yeni gerilimlere yol açar. Hukuk devletini ilkel kabilelerden ayıran en temel ölçülerden biri ve belki de başlıcası, devletin hukuk kuralları içinde kalmasıdır.”
***
“Bir memlekette hukukçular susarsa ve susturulursa, o ülkede hiç kimse demokrasiden ve hukuk devletinden söz edemez.”

Bugün, 18 yıl önce büyük yazar ve düşünür Uğur Mumcu’nun bombalarla öldürüldüğü gün... Aradan yıllar geçmiş. Ama o hâlâ yaşıyor, yaşayacak... İşte günümüzün acı sorunlarına yıllarca önceden yaptığı uyarılar...“Hukukçuyum” diye geçinen birtakım kişilere gerçek bir hukuk dersi!..


Oktay Akbal

Cumhuriyet



21 Ocak 2012 Cumartesi

YAŞAM BOĞULDUĞUNDA…


BALBAY’DAN BİR BENZETME VE BİR KATKI

Mustafa Balbay sadece bir gazeteci değildir…
Bir düşünce adamıdır…
Genç bir bilgedir…
Ve bir dil ustasıdır.
Yazılarında sadece özgün düşünceler, ilginç gözlemler, ufuk açıcı öneriler aktarmakla kalmaz, bunları etkileyici bir dil cambazlığıyla gerçekleştirir.
Bugün “Tutuklu Gazete”nin ikinci sayısında yazdığı, yine bir benzetme kullandığı yazıyı aktarmak ve bu yazı üzerinde bir“çeşitleme yaparak” ona selam göndermek istiyorum.
Yazı şöyle:
“Her yer iktidar kokusuyla dolduğunda…

Mustafa BALBAY
Silivri 1 No’lu F Tipi Cezaevi
Tecrit Hücresi
İSTANBUL

Kızılderili reisi Seattle’ın, yaşadığı toprakları ABD yönetiminin satın almak istemesi üzerine 1885’te Amerikan Başkanı’na yazdığı mektup küresel değerdedir. Aradan yüzyıllar geçmiş olmasına karşın hâlâ güncelliğini korumaktadır.
O mektubun küçük bir bölümünü paylaşmak isterim:

“Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının pırıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, ak kumsallı kıyılar, karanlık ormanları ve çayırları örten buğu, halkımın anılarının ve yüzlerce yıllık deneyimlerinin bir parçasıdır.

Ormanlardaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır. Biz buna inanırız…
Bir gün bakacaksınız ki, göklerdeki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş… Her yer insan kokusuyla dolmuş.

İşte o gün insanoğlu için yaşamının sonu ve varlığını sürdürebilme savaşımının başlangıcı gelip çatmış olacak…’

Kızılderili reisinin doğanın dengesine, güzelliğine, bütün canlıların bir arada yaşamasının insan için önemine vurgu yapan bu mektubu demokrasiye de uyarlanabilir.

Demokrasinin ayakta kalması da tıpkı doğada olduğu gibi bütün canlıların birbirini tamamlayan varlığına bağlıdır. Doğadaki ırmaklar, ağaçlar, canlılar gibi demokraside her kurum ötekine hayat verir. Hiçbiri tek başına bir önem ifade etmez. Her bir kurum ötekiyle birlikte vardır.

Eğer bir iktidar, ‘demokrasinin tek kurumu benim. Benden başkası yoktur. Her kurum benimle birlikte vardır’ derse, orada erozyon başlamış, denge kaymış, pek çok kurum fiilen ölmüş demektir.
Bugün Türkiye’de iktidar sahipleri böyle bir konumdadır.

Bir iktidar kendi sesi dışındaki tüm sesleri yok etmeye başladığı gün kendi varlığı da tehlikeye girmiş demektir.

Medyanın susturulması, doğada oksijenin bitmesi demektir. Böyle bir ortamda en güçlü canlı bile ayakta duramaz.

Türkiye’de her yer adım adım iktidar kokusuyla dolmaktadır…”


***
Balbay genellikle sözcükleri böler, eğer, büker, onlara yeni anlamlar verir ve esprili bir biçimde aktarır düşüncelerini.
Yukardaki yazıda da yaptığı “demokrasi uyarlaması” yine hoş bir benzetme.
Şimdi ben tek bir harf değişikliğiyle Balbay’ın yazısı üzerine bir çeşitleme yapmak istiyorum:
“Koku” sözcüğüne bir “r” harfi ekleyerek ürettiğim “korku” kelimesiyle.

Yazının başlığı şöyle oluyor o zaman:
“Her yer iktidar korkusuyla dolduğunda…”

Ve elbette bitiş cümlesi de şöyle değişiyor:
“Türkiye’de her yer adım adım iktidar korkusuyla dolmaktadır…”

Evet Balbay ve pek çok kişi içerde…
Ama korku her yere sindi!


Emre Kongar
Cumhuriyet