26 Ocak 2012 Perşembe

SUSMUYOR İŞTE, PARAMPARÇA DELİK DEŞİK ETMEK NAFİLE

AMAÇ KÂRI MUHAFAZA

Türkiye’de birtakım insanlar suç işlerler, onlara dokunulmaz. Ebediyete giden her on yılda bir arkadaşımız hapsoluyor. Sadece maddi değerlere bağlılar bunlar. Muhafazakâr; kârın muhafazası, sadece kâr gelsin başka bir şey yok.

Yıllarca devletin savcısı, bilirkişisi uğraştı, biz gittik geldik. Ne gerek var buna? Türkiye’de birtakım insanlar suç işlerler, onlara hiç dokunulmaz. Birtakım insanlar suç işlemezler, bizim Ali Sirmen gibi ikide bir abone, sıkıyönetim abonesi. Millet elektrik, su abonesidir, Ali Sirmen de sıkıyönetim abonesidir.

Ebediyete giden her on yılda bir arkadaşımız hapsoluyor. Niye? Efendim Barış Derneği’ymiş, Sovyetçilikmiş, TKP’ymiş. Biri sordu bana “Ali Sirmen TKP’li mi?” diye, hayır, Galatasaraylı bildiğim kadarıyla.

Niçin bunlar?

Şimdi aslında bizim milli ve manevi değerlere bağlı arkadaşlarımız var ya, tarih de bilmezler. Enver Paşa gitti Orta Asya’da öldü Türkleri kurtarmak için derler. Bilirler mi ki en koyu Lenin işbirlikçisi Enver Paşa’dır, Bakû Kongresi’nden bellidir. Enver Paşa Lenin’le anlaşmış, Mustafa Kemal Sakarya’da yenilse Sovyetler Müslümanlardan oluşan bir Kızıl Ordu’yu Enver Paşa’yı başına geçirerek Türkiye’ye yollayacaktı. Mustafa Kemal başarıya ulaşınca Sovyetler de Enver Paşa’yı harcıyor.

Tabii bunları bilmez bizim milli ve manevi değerlere bağlı arkadaşlarımız. Sadece maddi değerlere bağlılar bunlar. Muhafazakâr; kârın muhafazası, sadece kâr gelsin başka bir şey yok. Ne biçim muhafazakâr toplum ki Çırağan Sarayı’nı kumarhane yapar. Bu kadar maddi ve manevi değerleri, biz bağlıyız aslında manevi değerlere. Bunlar maddi değerlere bağlılar, çok açık.

Ayrıcalıkla yönetilmez

Şimdi, barış, demokrasi... İnsandan şüphelenmemek gerekir önce. Bu memleketin yazarı, çizeri, aydını, niçin bu memleketi kıyama sürüklesin? Sizin birtakım kafanızda problemleriniz varsa, ülkeyi birtakım ayrıcalıklara dayanarak yönetmek istiyorsanız, aydınlar buna karşı çıkıyorsa; sorun burada. Süleyman Demirel, Turgut Özal, bunlar hiç fark etmez. Bunlar aynı saz heyetindedirler, biri darbuka çalar, diğeri meydan sazı çalar. Bunlar hiç fark etmez. Zerre kadar fark yok. Genelkurmay Başkanıvekili Öztorun, Pınarcık olayından sorumluymuş. Peki şimdiki olaydan kim sorumlu? O zaman Başbakan sorumlu. Bunlar aslında kendi güçlerini kanıtlamak için birtakım kavramları kötüye kullanıyorlar.

Aşırı cereyan örneğin... Birdenbire televizyonlar falan bozulur ya, aşırı gelmiştir cereyan, odur. İkincisi, bir komşu bir yerden elektrik çalar, o da aşırı cereyandır. Mesela biz Bulgarlardan elektrik aldık yıllarca, NATO tatbikatı yaptık sonra onlara karşı. Bunlar da aşırı cereyandır. Bir de böyle kavramlar vardır, “aşırı cereyan”, “sapık ideoloji”, “aşırı düşünce”… Ne demektir bunlar inceleyelim. “Aşırı solcu” ne demek, “aşırı sağcı” ne demek, “aşırılık” ne demek? Aşırılık için bir ölçü vermek gerekir, bir merkez vereceksiniz ki o merkeze göre birisi aşırı olsun. Kim kime göre aşırı solcu? “Aşırı sağa, aşırı sola karşıyım”, ben de aşırı ortaya karşıyım. Bunlar manasız laflardır. Bunları söyleyeni ciddi bir hukuk profesörü varsa, sınıfta çaktırması gerek.

KINANAMAZ AMA 15 YILA MAHKûM OLUR

Bizim anayasamız başta, biliyorsunuz bizim anayasamız Magna Carta’dan bu yana yazılmış en güzel anayasadır. Çünkü başında değerli bir hukukçunun bulunduğu bir komisyon tarafından hazırlandı. Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı, kendisi armatör. “Gemilerde talim var bahriyeli yârim var”, Orhan Aldıkaçtı o. Bir tane Dündar Kılıç’ın avukatı vardı, o da anayasayı yazdı. Çok güzel bir anayasa.

Bu anayasa aslında kopya bir anayasa, kopya çektiler. Niçin kopya? Diyor ki bir maddesinde, “Kimse inancından düşüncesinden dolayı kınanamaz”, Batı’da öyle. Kınanamaz, 15 yıla mahkûm olur. 15 yıla mahkûm olur, ama kınanamaz, ayıp. Niye? Hapse girdin diye ayrıca kınamayacaksın. Bu mu? Bu komik duruma nasıl düşer insanlar, koskoca hukukçular? Herkeste bir kompleks var. Benim de bir kompleksim Orhan Aldıkaçtı’yla topluluk önünde anayasayı tartışmak. Anayasayı hazırladığı günden beri yazılar yazdım, tartışmaya çağırdım gelmiyor. Televizyona benim çıkmam yasak, eski solcularımızdan Tunca Toskay Bey yasakladı. Geçenlerde bir öğrenci sordu, “E nerede tartışacağız” dedim, sonra aklıma geldi. Gemileri vardır, gemilerde tartışırız, açılırız bir yerlere. Böyle anayasayı nasıl yazarlar, Türkçesi bozuk, niyeti bozuk. Almış bir anayasadan“kınanamaz” diye, Mussolini’den de ceza yasası maddesi koymuş 15 yıl diye.

Ayrıcalıkla yönetilmez

Şimdi, barış, demokrasi... İnsandan şüphelenmemek gerekir önce. Bu memleketin yazarı, çizeri, aydını, niçin bu memleketi kıyama sürüklesin? Sizin birtakım kafanızda problemleriniz varsa, ülkeyi birtakım ayrıcalıklara dayanarak yönetmek istiyorsanız, aydınlar buna karşı çıkıyorsa; sorun burada. Süleyman Demirel,Turgut Özal, bunlar hiç fark etmez. Bunlar aynı saz heyetindedirler, biri darbuka çalar, diğeri meydan sazı çalar. Bunlar hiç fark etmez. Zerre kadar fark yok. Genelkurmay Başkanıvekili Öztorun, Pınarcık olayından sorumluymuş. Peki şimdiki olaydan kim sorumlu? O zaman Başbakan sorumlu. Bunlar aslında kendi güçlerini kanıtlamak için birtakım kavramları kötüye kullanıyorlar.

Aşırı cereyan örneğin... Birdenbire televizyonlar falan bozulur ya, aşırı gelmiştir cereyan, odur. İkincisi, bir komşu bir yerden elektrik çalar, o da aşırı cereyandır. Mesela biz Bulgarlardan elektrik aldık yıllarca, NATO tatbikatı yaptık sonra onlara karşı. Bunlar da aşırı cereyandır. Bir de böyle kavramlar vardır, “aşırı cereyan”, “sapık ideoloji”, “aşırı düşünce”… Ne demektir bunlar inceleyelim. “Aşırı solcu” ne demek, “aşırı sağcı” ne demek, “aşırılık” ne demek? Aşırılık için bir ölçü vermek gerekir, bir merkez vereceksiniz ki o merkeze göre birisi aşırı olsun. Kim kime göre aşırı solcu? “Aşırı sağa, aşırı sola karşıyım”, ben de aşırı ortaya karşıyım. Bunlar manasız laflardır. Bunları söyleyeni ciddi bir hukuk profesörü varsa, sınıfta çaktırması gerek.


Uğur Mumcu
            Cumhuriyet



24 Ocak 2012 Salı

BİR ÖLÜMSÜZ

YAŞAYAN UĞUR MUMCU’DAN HUKUK DERSLERİ…

“Hukuku, egemen güçlerin bir baskı aracı yapmak isteyen iktidarlar, her ülkede hukukçuların vicdanlarına ipotek koymak istemişlerdir. Böyle dönemlerde, hukukun yerini, yasadışı yargılar ve korkular almıştır.”
***
“Hukuk artık siyasal kan davalarının birer aracı olmaktan kurtarılmalıdır.”
***
“Adaletin üç ayağı vardır. Bu üç ayağın birincisi yargıç, ikincisi savcı, üçüncüsü avukattır. Adaletin bu üç ayağından biri zedelenirse, adaleti ayakta tutmaya imkân yoktur. Bunun içindir ki hukuk devleti, yargı bağımsızlığına ve özgür barolara dayanır. Yargıç bağımsız değilse, savcı bağımsız değilse, avukat, her gün çeşitli baskılarla karşı karşıya ise, bundan adalet duygusu zarar görür. Dolayısıyla bütün toplum, bu zararın yükünü taşımak zorunda kalır.”
***
“Adalet duygusu diye bir inanç vardır. Bu inanç bir kez sarsıldı mı istediğiniz kadar çabalayın, inandırıcı olamazsınız. Hele adalet duygusu devlet eliyle yok edilirse, yıkıntı büsbütün büyük olur.”
***
“Hukuk devleti yargı bağımsızlığına dayanır. Bağımsızlık konusunda biçim ve öz iç içedir. Özle biçim, biçimle öz birbirinden ayrılmaz. Bu bağımsızlığın biçimine de özüne de saygılı davranmak zorundayız. Bu saygıyı gösterecek olanların başında yine başbakan gelmektedir. Saygıyla anımsatırız.”
***
“Bu ülkede devletin güvenliği ile hukukun güvenliği eşanlamlıdır. Devlet güvenliği adına hukuk güvenliğinin ortadan kaldırılması, demokrasi ve hukuk devleti için ilerde onarılmaz yaralar açar. Bu gibi dönemlerde, daha soğukkanlı olunmasında sayısız yarar bulunmaktadır. Dikkatler, gazetelere ve gazetecilere değil, saldırgana ve saldırganın örgütüne çevrilmelidir.”
***
“Suç ve ceza, ancak hukuk devletinin terazilerinde tartılır. Yargısız infaz olmaz. Olursa, bundan en çok devletin kendisi zarar görür ve bundan en çok devletin güvenlik güçleri yara alır. Yaratılan kargaşada terör ile ilgili olmayan yurttaşlar ‘teröristtir’ diye öldürülürler. Bu da yeni gerilimlere yol açar. Hukuk devletini ilkel kabilelerden ayıran en temel ölçülerden biri ve belki de başlıcası, devletin hukuk kuralları içinde kalmasıdır.”
***
“Bir memlekette hukukçular susarsa ve susturulursa, o ülkede hiç kimse demokrasiden ve hukuk devletinden söz edemez.”

Bugün, 18 yıl önce büyük yazar ve düşünür Uğur Mumcu’nun bombalarla öldürüldüğü gün... Aradan yıllar geçmiş. Ama o hâlâ yaşıyor, yaşayacak... İşte günümüzün acı sorunlarına yıllarca önceden yaptığı uyarılar...“Hukukçuyum” diye geçinen birtakım kişilere gerçek bir hukuk dersi!..


Oktay Akbal

Cumhuriyet



21 Ocak 2012 Cumartesi

YAŞAM BOĞULDUĞUNDA…


BALBAY’DAN BİR BENZETME VE BİR KATKI

Mustafa Balbay sadece bir gazeteci değildir…
Bir düşünce adamıdır…
Genç bir bilgedir…
Ve bir dil ustasıdır.
Yazılarında sadece özgün düşünceler, ilginç gözlemler, ufuk açıcı öneriler aktarmakla kalmaz, bunları etkileyici bir dil cambazlığıyla gerçekleştirir.
Bugün “Tutuklu Gazete”nin ikinci sayısında yazdığı, yine bir benzetme kullandığı yazıyı aktarmak ve bu yazı üzerinde bir“çeşitleme yaparak” ona selam göndermek istiyorum.
Yazı şöyle:
“Her yer iktidar kokusuyla dolduğunda…

Mustafa BALBAY
Silivri 1 No’lu F Tipi Cezaevi
Tecrit Hücresi
İSTANBUL

Kızılderili reisi Seattle’ın, yaşadığı toprakları ABD yönetiminin satın almak istemesi üzerine 1885’te Amerikan Başkanı’na yazdığı mektup küresel değerdedir. Aradan yüzyıllar geçmiş olmasına karşın hâlâ güncelliğini korumaktadır.
O mektubun küçük bir bölümünü paylaşmak isterim:

“Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının pırıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, ak kumsallı kıyılar, karanlık ormanları ve çayırları örten buğu, halkımın anılarının ve yüzlerce yıllık deneyimlerinin bir parçasıdır.

Ormanlardaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır. Biz buna inanırız…
Bir gün bakacaksınız ki, göklerdeki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş… Her yer insan kokusuyla dolmuş.

İşte o gün insanoğlu için yaşamının sonu ve varlığını sürdürebilme savaşımının başlangıcı gelip çatmış olacak…’

Kızılderili reisinin doğanın dengesine, güzelliğine, bütün canlıların bir arada yaşamasının insan için önemine vurgu yapan bu mektubu demokrasiye de uyarlanabilir.

Demokrasinin ayakta kalması da tıpkı doğada olduğu gibi bütün canlıların birbirini tamamlayan varlığına bağlıdır. Doğadaki ırmaklar, ağaçlar, canlılar gibi demokraside her kurum ötekine hayat verir. Hiçbiri tek başına bir önem ifade etmez. Her bir kurum ötekiyle birlikte vardır.

Eğer bir iktidar, ‘demokrasinin tek kurumu benim. Benden başkası yoktur. Her kurum benimle birlikte vardır’ derse, orada erozyon başlamış, denge kaymış, pek çok kurum fiilen ölmüş demektir.
Bugün Türkiye’de iktidar sahipleri böyle bir konumdadır.

Bir iktidar kendi sesi dışındaki tüm sesleri yok etmeye başladığı gün kendi varlığı da tehlikeye girmiş demektir.

Medyanın susturulması, doğada oksijenin bitmesi demektir. Böyle bir ortamda en güçlü canlı bile ayakta duramaz.

Türkiye’de her yer adım adım iktidar kokusuyla dolmaktadır…”


***
Balbay genellikle sözcükleri böler, eğer, büker, onlara yeni anlamlar verir ve esprili bir biçimde aktarır düşüncelerini.
Yukardaki yazıda da yaptığı “demokrasi uyarlaması” yine hoş bir benzetme.
Şimdi ben tek bir harf değişikliğiyle Balbay’ın yazısı üzerine bir çeşitleme yapmak istiyorum:
“Koku” sözcüğüne bir “r” harfi ekleyerek ürettiğim “korku” kelimesiyle.

Yazının başlığı şöyle oluyor o zaman:
“Her yer iktidar korkusuyla dolduğunda…”

Ve elbette bitiş cümlesi de şöyle değişiyor:
“Türkiye’de her yer adım adım iktidar korkusuyla dolmaktadır…”

Evet Balbay ve pek çok kişi içerde…
Ama korku her yere sindi!


Emre Kongar
Cumhuriyet