AVRUPA’DA HORTLAYAN ‘FAŞİZM DALGASI’ (2)
“Tarihin değiştirilemez yasasıdır” der Stefan Zweig iki dünya savaşı arasında yükselen Avrupa faşizmini anlattığı “Dünün Dünyası” adlı eserinde ve ardından ekler:
“Zamana yön veren büyük hareketler, başlangıçta çağdaş kişilerce fark edilmez…”
Zweig’ın bu gözlemi yapmasının nedeni, toplanan karabulutların ve yaklaşan fırtınanın tüm sinyallerinin aslında başlangıçtan beri ortada olmasında ancak olabilecekleri kimsenin zamanında kestirememiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Zweig’ın eseri baştan sona bu akıldışı basiretsizlik ve basiretsizliğin yarattığı hazin, çaresiz düş kırıklığı üzerinedir.
Korku çağı
Avrupa bugün de aynen böyle Zweig’ın anlattığı “iki savaş arası dönemini” andıran ağır bir hoşnutsuzluk, huzursuzluk ve bir “korku çağı” yaşıyor.
Dün olduğu gibi bugün de kâbuslarının esiri olan Avrupa’nın, “iki savaş arası dönemdeki” gibi bugün de nereye gideceğini kimse kestiremiyor. Ancak geçmişte yaşandığı gibi bir kez daha günbegün kabaran ve geri dönüşü olmayan bir öfke dalgasıyla karşı karşıya olduğumuz ayan beyan görülüyor.
Geçmişteki gibi “zorbalığa dönüşme riski” taşıyan bu “korku dalgasını” AB’nin eski komisyon başkanlarından Romano Prodi kısaca; “Avrupa artık her şeyden korkuyor!” diyerek özetliyor: “Diğer Avrupalı ülkelerin (bu arada Türkiye!) korkusu, Çin’le rekabet korkusu, Afrikalı göçmen korkusu, krizden çıkamamak korkusu, Avro korkusu...” Liste uzayıp gidiyor.
Prodi’nin unuttuğu ya da açıkça söylemekten kaçındığı “İslam korkusu” da cabası…
Bunlar üst üste binerek, tedirginlikleri, tatminsizlikleri katlıyor…
Avrupa çokboyutlu düş kırıklığını, sürekli aşırı sağ partilere kayarak dışa vuruyor. Gün geçmiyor ki Avrupa parlamentolarına ilk kez giren, ikinci/üçüncü parti konumlarına yükselen ve giderek koalisyon hükümetlerinde yer alan yeni “aşırı sağ” parti haberleri medyada yer almasın…
On yıldan bu yana hiç değişmeyen ve Avrupa’nın irili ufaklı ülkeleri arasında yağ halkaları gibi genişleyen bu eğilim; eski kıtada “demokrasi kaleleri” olduğu düşünülen İskandinavya’yı da esir aldı.
Aşırı sağın eylül ayında İsveç parlamentosuna “ilk defa” adım atması şok yaratmıştı. Geçen hafta sonu Finlandiya’da en son kendilerine “Gerçek Finlandiyalılar”(!) adını veren ırkçı bir parti, parlamentodaki sandalye sayısını beşe katlayarak “koalisyon ortaklığına” aday konumuna geldi…
Finlandiya’da yabancı işçi bile pek yok. Göçmen sayısının toplam nüfusa oranı hepi topu yüzde 1.7. Ama Portekiz ve Yunanistan gibi mali yük getiren “ikinci sınıf AB üyelerinin” varlığı, Finlandiya’nın ırkçı damarını kaşımaya yetti. Seçim kampanyasını “Avro kuşkuculuğu” ile Portekiz, Yunanistan misali Güney Avrupa üyelerine yardıma geçit vermeyen bir oy avcılığı üzerine kuran “gerçek Finliler”, sandıkta piyango vurarak oylarını yüzde 19’a çıkardı.
Yalnız Finlandiya değil, “dayanışmaya” -kim olursa olsun!- set çekmek adına sağa prim veren Avrupa, boydan boya aynı yolun yolcusu.
Aşırı sağın starı: Marine le Pen
Avusturya’nın “aşırı sağ”daki Özgürlük Partisi -örneğin- 2006’daki yüzde 11’lik oy oranını 2008’de yüzde 17.5’e çıkarmış!
Hollanda’nın benzer “Özgürlük İçin Partisi”, yüzde 5.9 olan oylarını geçen yılki seçimlerde neredeyse üçe katlayıp yüzde 15.4’e ulaştırmış…
Berlusconi’ye Çizme’de koltuk değnekliği yapan, hükümet ortağı “ırkçı” Kuzey Ligi partisinin son dönemde oyu iki misli artarak yüzde 8.3’e fırlamış…
Bunlar aşırı sağ partilerin yakın geçmişte aldığı mesafeler…
Bir de geleceğe yönelik beklentiler var…
Aşırı sağda geleceğin en büyük çıkışını Jean Marie Le Pen’in kızı Marine Le Pen’in yapması bekleniyor. Yılbaşında babasından bayrağı devralan 43 yaşındaki Marine Le Pen, miadını dolduran yaşlı Le Pen’e göre çok daha şanslı. Fransız sağının “ırkçı” ve “milliyetçi” “dişi” yüzüne, kamuoyu yoklamaları yüzde 21-23 arasında oy oranı biçiyor ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olması beklenen “madame Le Pen”in, rahatça ikinci tura kalacağı tahmin ediliyor.
Önümüzdeki yılın nisan ayında yapılacak Fransa cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2000’ler başından bu yana Avrupa’nın yaşadığı “iklim değişikliğini” not etmek adına, ilginç bir turnusol testi sunuyor.
Baba Le Pen’in 2002’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura kalması Avrupa’da hatırlarsanız şok yaratan bir “skandal” olmuştu.
Fransa’nın yüzünü ağartmak için ülkede anında bir “cumhuriyetçi cephe” kurulmuş, Chirac “demokratik cumhuriyete” sahip çıkan o cephenin oylarıyla Le Pen’e karşı fark yaratarak seçimleri almıştı.
Marine Le Pen’in, cumhurbaşkanlığı liginde oynaması bugün ne Fransa, ne Avrupa çapında bir skandal sayılıyor...
İlk turu geçip ikinci tura kalmak şöyle dursun, sosyalistlerin tez zamanda dişli bir adayda karar kılmamaları halinde, Le Pen’in cumhurbaşkanlığına yürümesi işten bile değil…
Kamuoyu yoklamaları Fransız seçmeninin Sarkozy popülizminden usandığını, sol kanatta güven veren bir aday göremezse direksiyonu bodoslamadan sağa kırmakta en ufak bir mahsur görmeyeceğini gösteriyor.
Nilgün Cerrahoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder