CHP’DE KOŞMAK ZAMANI
1943’ten 1945’e, Sapanca. Türk ordusunun ilk motorize bölüğüne komuta ediyor Yüzbaşı Ali Kazım. Bölüğün kamyonu var, lastiği yok. Lastiği var, benzini yok. Zaten ekmek de “karne”ye bağlı.
Zamanın deyişiyle “neferler”in büyük bölümü Doğulu, çoğu da Kürt. Düpedüz Kürt demek yasak değil, olmak da, henüz... “Netekim”, karda yürürken kırt kırt sesi bile çıkaramıyorlar: Postalları yok.
Paramparça çarıklarını iplerle tutturuyorlar. Yünlü çorapları, üniformaları yamalı.
Çoğu, üç dört yıldır asker. İkinci Dünya Savaşı’nın başından beri ordu teyakkuzda.
Yüzbaşı Ali Kazım, Almanlar Paris’e girerken geri çağrıldığı Ecole Polytechnique’te okuduğu “moteur a reaction” mühendisliğini, Sapanca’da lastiklere yama, delik karbüratörlere kaynak, bozuk motorları tamirde kullanıyor. Terhis olamayan askerler gibi yorgun kamyonlar, bitkin cipler de emekliye ayrılamıyor ordudan. Öylesine bir yokluk, yoksunluk yılları.
Varlıkta dayanışmayan insan, yokluğu paylaşıyor. Subayların durumu da erlerden farklı değil.
***
Komutanla Kürt askerler arasında, Dersim isyanı sırasında Ali Kazım’ın hayatını kurtaran Kürt “nefer”in hatırasından doğan bir aşk hikâyesi var. Komutan Kürt askerleri, Kürt askerler komutanı seviyor. Hiçbiri Türkçe bilmiyor. Onlara Türkçe, okuma yazma öğretiyor, öğrettiriyor. Onları da işe koşuyor, hem de nasıl! Ağaç oluklar oydurup dağlardan akar su getirtiyor, duşlar, tuvaletler yaptırıyor.
Göğüs göğüse çarpışılan düşman, bitlere karşı savaş, kazınan kafaları gazla yıkama ve temizlikle kazanılıyor...
Ama ayaklarında hâlâ çarıklar. Yok çünkü, postal yok.
Sonunda tayini çıkıyor Yüzbaşı Ali Kazım’ın. İstanbul’da bir hafta izinden sonra, yeni görev yeri Merzifon. Ama izne çıkmadan önce yapacağı bir iş var babamın: Amerikan gemileri, Mersin’e askeri yardım yığmış... Atlıyor külüstür bir Dodge’a, ver elini Mersin. Motorlu araçlara yedek parça, özellikle de gıcır gıcır postallarla tıka basa dolduruyor kamyonu, doğru Sapanca. Yolda bozulan Dodge’u tamir için altına girdiğinde ne hale geldiyse, dönüşte bölüğün ortasında teğmenleri törenle yakıyorlar komutanın çamurdan taşlaşmış eski kaputunu.
Ali Kazım, erlere yepyeni Amerikan postalları dağıtıyor. İstiyor ki yıllarca askerlik yapan yoksul Anadolu çocukları, memleketlerine hiç olmazsa, yıllarca giyebilecekleri sağlam bir çift papuçla dönsün.
***
Ayrılık günü gelip çatıyor. İstanbul’a kalkan tren, bir sonraki istasyonda -galiba Harmandere- durduğunda, vakit gece. Peronda on, on beş asker, bölükten gizlice ayrılıp Yüzbaşılarına veda etmeye gelmişler. Pencereyi indiren babam onlarla helalleşirken bakıyor, ayaklarında yine iplerle bağladıkları yırtık çarıklar...
Devir teslim yaptığı yeni komutan, babamın hemen ardından, askere dağıtılan yeni postalları -kimbilir neden?- toplatmış.
Öksüzler ve yetimler kolay ağlamaz. Benim babam da bir Trablusgarp şehidinin oğluydu. Bizlere Kırıkkanat soyadını veren şehit pilot kardeşi Nazım da cabası... Dolayısıyla kolay ağlamazdı.
Ama o geceyi, ablam Suna anlatır: Askerlerinin görüntüsü karanlığa karışırken trenin ardında, pencereyi kapayıp hıçkıra hıçkıra, katıla katıla ağlamış Yüzbaşı Ali Kazım, postalla değiştiremediği makus çarıklara.
***
Kemal Kılıçdaroğlu’nu babama benzetiyorum.
Oysa fiziki anlamda hiç benzemiyorlar, üstelik devletten analık, liderden babalık bekleyen bir kul değil, tam tersine, hesap soran bir yurttaşım ben. Ama, işte nedense, aynı yaşlarda olmamıza karşın, Kılıçdaroğlu’nu dinlerken, babamı dinler gibi oluyorum. Onun inançlı dürüstlüğünü, inatçı iyiliğini, ilkelerini ve ülkülerini buluyorum sanki, ilk kez bir politikacıda.
Bülent Ecevit dahil, gelmiş geçmiş hiçbir lidere böyle duygular beslememiştim. Kemal Kılıçdaroğlu, bizden biri, ancak yüce yüreklerin olabildiğince alçakgönüllü, ulaşılır ve eşit bir dost, gibi.
Bu ülkede geleceğe kalkan trenlerin ardından hâlâ tabanı delik, üstü yırtık lastik çarıklarla koşan çocuklara gıcır gıcır, sağlam postallar vermek istediği, o kadar belli ki...
‘G’ NOKTASI
İlk kez bir CHP Kurultayı’ndan yeni yüzler, yeni adlar, gençler çıktı. Salt kendi boylarını aşmasın diye bu partiyi halktan koparan, oydukları içine çöreklenen ve Türkiye’yi AKP iktidarına mahkûm edenler, tahliye edilmekten elbette hoşnut değil. PM’ye seçilenleri partilinin tanımamasından yakınıyor, yok yargıydı, yok YSK’ydi, dirilen CHP’yi yeniden gömmeye, yeni yönetimi sallamaya çalışıyorlar.
Oysa CHP seçmeni, asıl onlardan, fazlasıyla tanıdığı yüzlerinden de, sözlerinden de bıktı, usandı, gına getirdi. Öylesine sıkıldı ki, suratlarını görünce kulaklarını tıkıyor, dinlemiyor artık. Konuştuklarında, ne söyleyeceklerini ezbere biliyoruz. Yıllardır bu partinin pencerelerini kapayıp temiz havayı içeri sokmadıklarını, gençliğe kuşkuyla, yeniliğe, dünyaya korkuyla baktıklarını da... Korktular da neyi kurtardılar? Türkiye’yi mi, sosyal demokrasiyi mi?
CHP’yi artık siz kurtarmayın beyler, hanımlar. CHP sizden kurtulsun, yeter.
.....
“İskarpinlerim yeteneklidir.”
FRED ASTAIRE
Mine G. Kırıkkanat
www.minekirikkanat.com
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder