‘DÜŞKAÇIRAN’
Usta öykücümüz Cemil Kavukçu’nun yeni kitabının adı “Düşkaçıran”.
90’lı yıllardan günümüze yayımlanan her yeni kitabıyla okurların gönlünde taht kuran yazarımız, efsane eleştirmen Fethi Naci’nin dediği gibi, “Elini neye değdirse öykü oluyor, tam bir anlatı ustası.”
Onu bu denli okurla yakın kılan öğelerin başında, sıradan insanların sıradan yaşamlarındaki küçük olaylardan zengin dünyalar yaratabilmesi geliyor. Ayrıntılarla, benzersiz bir dille oluşturulan her öykü, kendi özgün anlatısını yaratıyor. Sait Faik’i andıran duyarlığın sıcaklığı, okuru da neredeyse öykünün bir parçası kılıyor.
Bu nedenle dışardan bir gözle okunabilecek bir yazar değil Cemil Kavukçu. Okurunu kendi dünyasına çeken, o dünyanın parçası kılan bir yazar.
“Düşkaçıran”daki öyküler, yazarın tanıdığımız dünyasının yeni ürünleri gibi gelse de, gerçeküstü öğelerin öne çıkışıyla öteki kitaplarından ayrılan farklı bir çizgiye yönelmiş görünüyor.
Kitaptaki öyküler, sanki bu eğilimi daha belirgin kılmak istercesine üç kümede toplanmış: “Kaçan”, “Kovalayan”, “Yakalanan”. Bu bölüm başlıkları öykülerin ruh halini yansıtıyor gibi. Gerçeküstü öğelerin yaşamlarına karıştığı öykü kahramanları tedirginlik içindeler. Sıradan hayatlarının olağanlığı, yine sıradanmış gibi görünen olağandışı olay ve olguların karışmasıyla sarsılıyor.
Halkımızın kendi arasında söyleşirken, sıradan hayatlarını renklendirmek için kendilerinin de inanarak anlattıkları olağandışı öyküler vardır. Avcı hikâyeleri, ıssız yerlerde, ormanlarda, mağaralarda yalnız dolaşılırken başa gelen sıra dışı olaylar, bilinmedik varlıklarla karşılaşmalar vb...
Sanki Cemil Kavukçu da, öykülerinde bu damarı işleyerek günlük hayatın içinde aslında farkında olsak da, olmasak da bir arada bulunan olağan dışılıklara yönelmiş.
Belki de bu anlatım biçimi, bize günümüz dünyasının gerçeğini daha derinden kavramamızı sağlayacak yeni bir yöntemdir.
***
Gerçekten de, okuduğum öyküler beni kitaptaki olayların bir anlamda çok uzağına sürükledi. Öyküleri unutamasam da, onların dünyasından uzaklaşıp toplumca içinde yaşadığımız güncel “olağandışılıklar”ı düşünmeye başladım.
Bende her gün gerçek olmayan başka bir dünyada yaşıyormuşum duygusu uyandıran bir basın dünyamız var sözgelimi. Sabahları okuduğum gazeteler, akşamları izlediğim televizyon kanalları, bana sürekli, “Hangi ülkede yaşıyorum, bu konuşan insanlar nereli, gerçekler nasıl bu denli tersyüz edilebilir” sorularını sorduruyor.
Askerliğimi yaptığım yerde, Bitlis’in Mutki ilçesinden gelmiş, hiç Türkçe bilmeyen, okuması yazması olmayan, daha önce köyünden çıkmamış bir er vardı. Televizyonda ilk kez bir çizgi film görünce arkadaşlarına, “Bu insanlar nerede yaşıyor” diye sormuş.
Ben de televizyon ekranlarında konuşanlara baktıkça aynı soruyu sormaktan kendimi alamıyorum: “Bu insanlar nerede yaşıyor? Ülkemiz, insanımız nereye gitti?”
Bir ülkenin “gazeteci”, “yazar”, “aydın” denilen insanları, nasıl böyle gerçeküstü varlıklar olabilirler; günlük gerçekler, ağızlarında nasıl bu denli gerçeküstüne dönüşebilir diye şaşarak, kara bir kâbus görüyormuş gibi izliyorum.
Ülkemizin, insanımızın var olan yaşama kültürünü, geleneklerini değiştirmek isteyen, “düşkaçıran”larla karşı karşıyayız.
Bu kara kâbustan sağ salim uyanıp uyanamayacağımızı gelecek günler gösterecek.
Yazarımızın bir öyküsünün adı gibi, bir “Büyübozan”a gereksinim var.
Ancak toplumsal tarih, halk dediğimiz o kutsal gücün iradesiyle yazılıyor. Büyük önderin dediği gibi, “halkı kurtaracak olan yine milletin azim ve kararlılığıdır”.
Turgay Fişekçi
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder