UĞUR MUMCU GAZETECİLİĞİ…
Kendisinden dinlemiştim...
Uğur Mumcu’ya önemli bir kurumun başındaki kişiyle ilgili dosya geliyor. İnceliyor. Yazılması, sonrasında da izlenmesi gereken bir durum. Hakkında yazı yazacağı kişiyi arıyor, anlatıyor. Yazacağını, kendisinin söyleyecekleri varsa, onları da dikkate alacağını söylüyor.
Malum kişi kendi öneminden söz ediyor, ekliyor:
“Ben gazetenizin sahibi, başyazarı Nadir Nadi’yi iyi tanırım. Dostumdur. Bu yazıyı yazmamanızı rica ediyorum. Gerekirse onu da arayacağım...”
Aradan kısa bir süre geçiyor. Nadir Bey, Uğur Mumcu’yu arıyor, hal hatırdan sonra konuya giriyor. Şöyle bağlıyor:
“Beni aradı. Uzun uzun bir konudan bahsetti. Elinde belgesi varsa tabii ki yazacaksın. Benimle ilgili bir şey bulursan onu da yaz...”
Uğur Mumcu yazdı. Malum kişi görevinden ayrılmak zorunda kaldı.
Uğur Mumcu, böyle bir gazeteciydi.
Nadir Nadi, böyle bir başyazardı.
***
Uğur Mumcu’nun dostluğunun ve karşıtlığının tadı başkaydı. Düşüncesine katılmayan insanlar üzerinde de saygı uyandırırdı. Karşıt düşünceli gazetecilerle kıyasıya polemiğe girerdi. Ama gazetecilerle!
Bu anlamda gazeteci, yazar kriteri şuydu:
“Bir kişi ekmeğini sadece gazeteci olarak kazanıyorsa, kalemini satmıyorsa, düşüncesi ne olursa olsun, ben o kişiye saygı duyarım.”
Ama kalemini satıyorsa...
Rüzgârgülünü çatlatan bir iktidar gülü haline gelmişse...
Tutmayın Uğur Mumcu’yu!
Kim olursa olsun... İsterse üç gün öncesine kadar kendisiyle aynı düşünceleri paylaşmış olsun. O kişi artık Uğur Mumcu’ya düşüncelerine en karşı olduğu gazeteciden daha uzaktır.
Uğur Mumcu, araştırmacı gazetecilik kavramını yerleştirmiş bir kişi olarak her konuyla ilgilendi. Başka bir deyişle konu seçmedi. Bir gün Dışişleri Bakanlığı’ndaki bir yanlışlık, ertesi gün Devlet Tiyatroları’nda sansür, ardından haksız yere sürgün edilmiş sıradan bir memur, hemen sonrasında faili meçhul cinayetlerle ilgili ülkeye sarsan bir ipucu... Ve tabii ki yolsuzluklar, hırsızlıklar, siyasetin çıkmaz sokakları...
Gazeteciliğin ruhu muhabirliktir. Meslekte köşe yazarı olarak hızla yükselmesine karşın, muhabirlik ruhunu hiçbir zaman yitirmedi.
Bütün bu özelliklerinin toplamı olarak; hiçbir devlet kurumu yoktur ki Uğur Mumcu’nun eleştiri hedefi olmasın, hiçbir devlet kurum yoktur ki Uğur Mumcu ulaşamasın!
Genelkurmay da arşivlerini kurallar çerçevesinde Uğur Mumcu’ya açma sorumluluğu hisseder, bir araştırma için gittiği Almanya’daki tarikat camisinin imamı da Uğur Mumcu ile oturup sorduğu soruları yanıtlama gereği duyar.
Karşısındaki kişi bilir ki Uğur Mumcu o konuyla ilgilenmeye başlamışsa artık bırakmayacaktır. Kendisi bilgi vermezse, mutlaka öyle ya da böyle ona ulaşacak.
Uğur Mumcu’nun ana hedefi iktidar icraatıydı. Bir gazetecinin ana işlevinin iktidarı toplum adına denetlemek olduğunu çok iyi bilirdi, gereğini ne pahasına olursa olsun yerine getirirdi.
24 Ocak 1993 günü çıkan son yazısı, ‘Zeyilname’ başlığı ile otoyol ihalelerine ilişkin tartışmaya açık bir uygulamaydı.
***
Bugün pek çok kişi tarafından “kullanım ömrü dolduğu” düşünülen bu özellikler aslında gazeteciliğin evrensel değerleridir. Ölmemiştir. Tam tersine halen yaşamakta, kalem oynatmakta olan pek çok kişi gazeteciliğini öldürmüştür, sadece kalem oynatmaktadır.
Ama Uğur Mumcu’nun gazeteciliği hâlâ günceldir. Yaşamaktadır.
Savunduğu hangi değer toplum vicdanında ölmüştür?
Gazeteci, sadece kaleminin teriyle geçimini sağlıyorsa, ona saygı duyulması gerekliliği mi?
Gazetecilerin, ana işlevinin iktidarları toplum adına denetlemek olduğu ilkesi mi?
Gazetecinin herkes hakkında, belge-bilgi varsa patronunun arkadaşı hakkında da yazı yazabilmesi gerektiği ilkesi mi?
Her türlü yolsuzluğun, usulsüzlüğün üzerine ayrım gözetmeksizin gitmesi gerektiği ilkesi mi?
Bütün bunlardan öte Mumcu’nun, aynı gün öldürüldüğü Gaffar Okkan’da da bulunan bir başka özelliğine ayrıca değinmek gerek.
Onu yarına bırakalım...
Mustafa Balbay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder