7 Kasım 2010 Pazar

DÜŞÜNCEDEN DÜŞMEK


EDEP TAMAM DA İNSAF NE ZAMAN?


Luc Ferry, “aristokrat işçi” diye anılan dâhi bir araba tamircisinin, elleriyle yaptığı “tek örnek” birkaç yarış arabasına adını vermekle kalmayıp, kendisi de yarış pilotu olan Pierre Ferry’nin dört oğlundan biriydi.

Paris’in kuzeyinde, tarlaların ortasında, üstünü ev olarak kullandıkları “aile garajı”nda yaşıyorlardı. Baba Ferry, geçirdiği ağır bir yarış kazasından sonra oğullarını çok sevdiği Bugatti 1500’üyle okula götüremedi. Luc ve kardeşleri mektuplaşma yöntemine dayanan “açık öğretim”le sürdürdüler eğitimlerini.

Aile garajında V6 motorlarını söküp takmakta ustalaşan dört kardeş de “düşünür” ve Fransa’nın en saygın üniversitelerine felsefe profesörü oldular. Luc Ferry, bu tuhaf durumu; “Babamın mesleğinde felsefede olduğu gibi gerçeği aramak esastı. Bir motoru güçlendirmek, teknik bir sorunu çözmek, en verimli yöntemi bulmak, bir düşünce sistematiğidir: Daha zeki olmak için gelişmesi gerekir...” diye açıklar.

Otuzdan fazla kitabın yazarı Luc Ferry, Fransa’da “laik cumhuriyetçi” sağı temsil eden bir düşünür. Bu ülke sağcıları arasında Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu gibi imana dayalı eğitim cevherleri bulunamadığından mıdır nedir, halen iktidarda olan UMP hükümetinde Milli Eğitim Bakanlığı yaptı. Bu bakanlık sırasında da “az teorisyen çok teknisyen” diye özetlenebilecek ara eğitim kurumları, “meslek liseleri”ne verdiği önem ve kazandırdığı artılarla tanındı. 2009 yılından beri ters düştüğü Cumhurbaşkanı Sarkozy tarafından hem danışman, hem “Etik Kurulu Başkanı” olarak atandı.

En yakın arkadaşı, rakip siyasal partinin ağır toplarından sosyalist Jean Luc Melanchon. İlk bakışta, “Luc” adı dışında hiçbir ortak yanları yok: Ferry yarış arabası tutkunu, Melanchon’un arabası bile yok, toplu taşıma araçlarını kullanıyor. Biri “Mayıs 68” düşmanı, öteki “68’li” olmakla övünüyor. Zaten biri sağcı, diğeri solcu, parlamentoda birbirlerinin gözünü oyuyorlar. Ama felsefe aşkını paylaşıyorlar bir, “meslek okulları” deyince akan sular duruyor, ikisi de eğitimde taş yontuculuğundan motor tamirciliğine, işini iyi bilen “ustalığa”, kalifiye elemana yatırımı savunuyorlar.

France 2 devlet televizyonu, geçenlerde iki milletvekilini bir tartışma programında ağırladı. Gerçi ağırlayan gazeteci Guillaume Durand başta basın epeyce hicvedildi, hatta hırpalandı program sırasında. Ama Fransızları ekrana yapıştırdı. Sağcılara “köylü” diye küçümsedikleri bir sosyalistin, solculara da “züppe” diye alay ettikleri bir liberalin ne kadar sıcak, zeki, donanımlı, eğlenceli ve zarif olduklarının dışında, siyasal rakipliğe rağmen aynı ilkelere gerçekten inandıklarını, dostluklarını kanıtladı.

Rastlantıya bakın ki, uyduların sınırları yok ettiği televizyon dünyasında, Fransa’da bu programın tekrarı yayımlanırken Türkiye ekranlarında da Başbakan Erdoğan boy gösteriyor ve “Bu gazetecilik zihniyetiyle mücadele etmem, savaşırım!” diye haykırıyordu. Ülkemiz basınında en güvenilir ve dürüst kalemlerden biri olan Oktay Ekşi, evet, gerçekten bir yanlış yapmış, kurmaması gereken bir tümce kurmuştu.

Savaş ilanını izleyen günlerde, tek yanlış tümceye ömrünü adadığı başyazarlığını feda ederek ödedi. Ama Başbakan’ın temelde haklı, binada ölçüsüz öfkesini dindirmeye, bir basın duayeni için en acı son olan bu ceza yetmedi. Basın Konseyi’nden de istifası istendi. Basın Konseyi direnip “uyarı”yla yetinince kendini imha ve ilga noktasına getirildi. Yine yetmedi. Başta Başbakan, pek çok bakanın açtığı her biri 100 binlik tazminat davalarıyla, Oktay Ekşi’nin basından ismi kadar, yeryüzünden cisminin de silinmek istendiği belli.

Bütün bunlar, 60 yıllık meslek yaşamında ölçüyü hemen hiç kaçırmamış bir yazara, uygunsuz “tek tümce” yüzünden reva görülüyor ve benim aklıma, daha radikal bir ceza getiriyor:

Oktay Ekşi, acaba kendini assa mı diner Başbakan’ın öfkesi, yoksa çekip beylik tabancasını kafasına sıksa mı? Uyku hapıyla falan yumuşak intihar, bu “savaşçı” ruhu, bu galeyanı kesmez gibi görünüyor, çünkü.

Oysa demokrasi, bir intikam rejimi değildir. Tam tersine, ezada hukuku, cezada ölçüyü gözetir. İntikam rejimi olmadığı için de ne yağlı ilmeğin, ne de namlunun ucunda gelebildi Türkiye’ye. Uyku hapıyla intiharların getireceğine de emin değilim.

Acaba “Edep yahu!” buyruğuyla kabaran intikam duyguları “İnsaf yahu!” diye dengelense, demokrasi bir yana, daha insanca olmaz mı?

‘G’ NOKTASI

Fransa Başbakanı François Fillon ile şimdiki Etik Kurulu Başkanı Luc Ferry’nin 1993 yılında henüz genç politikacılar olarak katıldıkları resmi bir yemekte, aralarına müthiş çekici, rüya gibi bir hatun oturur. Yemek sırasında, tanımadıkları güzeli etkilemek yarışına giren iki çapkın politikacı, başlarlar yarış arabaları, motorlar hakkındaki engin bilgileri ve katıldıkları yarışlarla övünmeye. Epeyce güzelliğinden, biraz da şaraptan başı dönen iki erkeğin desteksiz attığı havaları bir süre gülümseyerek dinleyen kadın, sonunda bir elini filozof Ferry’nin, bir elini ekonomist Fillon’un koluna koyar ve kendini tanıtır:

“Beyler, boşuna yorulmayın, ben Ayrton Senna’nın* eşiyim!”

*1994 yılında bir kazada ölen Brezilyalı efsane, dünya şampiyonu yarış pilotu.


“Gökyüzü cisimlerinin hareketlerini hesaplayabilirim, ama insanların çılgınlığını, bilemem.”
Sir İsaac NEWTON
(1642-1727)


Mine G. KIRIKKANAT
www.minekirikkanat.com


Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder