NAZIM VE SANIK SANDALYESİNDEKİLER
1997 yılı “gezelim, inceleyelim, yazalım” programımda, Balkanlar vardı. O güzelim gezinin Selanik bölümünde kenti enine boyuna dolaşmadan önce bir kitapçıya uğradım. Gözüm, adını Büyük
İskender’in kız kardeşinden alan Selanik’le ilgili kitaplara kaydı. Pek çoğunun kapağında Mimar Sinan’ın inşa ettiği, kentin sembolü haline gelen Beyaz Kale var.
Tanıtım kitaplarından birinde “Selanik’te doğan, dünya çapındaki ünlüler” bölümü dikkatimi çekti.
20 kadar isim... İşte ikisi:
Mustafa Kemal, Nâzım Hikmet...
Dünyanın neresine gitsem, mutlaka karşıma çıkan iki büyük isim...
Sözüm sıradan bir aktarma değil. Bu konuda bir çırpıda 30’a yakın köşe yazısı kaleme alabilirim...
10 Kasım Atatürk’ü kaybedişimizin yıldönümü. Doğum tarihi bilinmiyor. Kimileri 19 Mayıs’ı sembolik olarak benimsiyor. Atatürk 1915’teki Çanakkale Savaşları’nı anlatırken 25 Nisan günü yaşananlar için, “Kazandığımız an, o andır” diyor. Sanki 25 Nisan “doğum” için daha sembolik.
Nâzım Hikmet’in doğum günü için Asım Bezirci 15 Ocak diyor. Nâzım’ın bütün şiirlerini 2081 sayfada toplayıp güzel bir basım yapan Yapı Kredi Yayınları’nda ise 20 Kasım. Nâzım Hikmet Vakfı da 15 Ocak 1902 olarak kayda geçmiş.
Ölümsüz insanların doğumu da istenildiği kadar geriye götürülebilir. İşte örnek, Nasrettin Hoca.
***
Atatürk’ü andığımız 10 Kasım’ın ardından hemşerisi Nâzım Hikmet’le ilgili güzel bir anımı paylaşmak içindi bu peşrev.
Latin Amerika gezimin Şili’nin başkenti Santiago durağında, bu ülkenin Nobel ödüllü şairi Pablo Neruda’nın müze-evini görmemek olmazdı.
Bir müze nasıl gezilir? Gidersin kapısına, ödersin bedelini, kuyruk varsa girersin, sıran gelince gezersin.
Neruda’nın evi öyle değil. Telefonla randevu alıyorsun, grup oluşturuluyor, bir rehber eşliğinde öğrenerek dolaşıyorsun.
En erken üç gün sonraya randevu verebileceklerini söyleyince “Eyvah” dedim. Büyükelçiliğimizin yardımıyla bir gruba dahil oldum. Fransız ve Amerikalı 5 kişi. Rehber beni onlara “Türk misafir” olarak tanıttı...
Evin üst katında Neruda’nın kütüphanesi ve arşivi bölümüne geldiğimizde rehber, sesini yükselterek adeta çağırır gibi bağırdı:
“Nazim Hikmeeeet...”
Heyecanlandım. Yüzümde bir gülümseme donuklaştı. Artık rehberin dilinde Nâzım Hikmet vardı. Öteki konuklara ayrıntılı bilgi veriyordu:
“Pablo Neruda, Nâzım Hikmet’e hayrandır. Neruda sürgündeyken Moskova’da Nâzım Hikmet’le karşılaşmış. Neruda ondan ‘efsaneleşmiş edebiyatçı’ diye söz eder. Çok iyi dost olmuşlar.”
Rehber, Nâzım’la Neruda’nın onlarca fotoğrafını çıkarıp gösterdi. Ben artık grubun en önemli konuğuydum.
Kitap raflarının arasında bir Nâzım Hikmet nidası daha... Burası, Neruda’nın başka dillere çevrilmiş kitaplarıyla dolu. Rehber, bir kitap çıkarıp elime tutuşturdu. Ahmet Arpad’ın Türkçeye çevirdiği, Neruda’nın anılarını topladığı “Yaşadığımı İtiraf Ediyorum”.
Rehber, kitabı verdikten sonra şunu söyledi:
“Nâzım Hikmet’in dili nasıldır, okur musunuz?”
Rehber için Türkçenin adı buydu; Nâzım Hikmet’in dili. Bir paragraf okudum, “güzel dil, şiir gibi” dedi.
Rehberin belleğinde Türkiye’nin adı da Nâzım Hikmet’in dilinin konuşulduğu ülkeydi.
***
Neruda, ülkesinin topraklarında yatıyor. Nâzım ile Moskova’da pek çok ünlünün mezarının bulunduğu Novodeviçye Manastırı’nda.
Mezara, Nâzım’a yakışır şekilde Rusya’ya işçi olarak gelmiş Fahrettin’le gittim. Koyu renk kayaya işlenmiş siluetinin dibinde taze çiçekler vardı. Hep olurmuş. Diplerinde de şiir kâğıtları.
Türkiye’den ziyarete gidenler bir kâğıda Nâzım’ın ya da sevdikleri bir şairin şiirlerini yazıp bırakırlarmış. Tüm mezarların bakımına özen gösterildiği için de belli aralıklarla temizleniyormuş. O gün “temizliği” ben yapmış, anı olarak şiirleri de saklamıştım.
Nâzım’ı “ihtilal kışkırtıcılığı”ndan 28 yıl hapse mahkûm edenler, “Biz bu davada delil arayacak kadar saf değiliz” demişlerdi.
Bugün tarih mahkemesinde sanık sandalyesindeki kim?
Nâzım Hikmet mi, onu yargılayanlar mı?
Musatafa BALBAY
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder