KÜRESEL MAHALLE BASKISI
Doğal sarışın, güzelce bir kadın. Kırk yaşlarında, mavi gözlerinde, insanlığa dair bir umut var. Adı, Simone Aaberg Kaern. Danimarkalı bir sanatçı. Aynı zamanda özel pilot.
2002 yılı Ocak ayında, Kopenhag’da gazete okurken Simone, gözüne -o günlerde- Taliban’dan “azade” Afganistan’da, genç bir kızla yapılan röportaj ilişir. Feryal adlı kız, geleceğe ilişkin hayallerini soran gazeteciye: “Pilot olmak istiyorum...” demektedir.
Uçmak arısının çocukken soktuğu Simone, anında karar verir: Feryal’i uçurmak için Kâbil’e gidecektir.
Başlar bütçesinin el verdiği ölçüde bir uçak aramaya. Parası ancak 1961 yapımı Piper PA-22 Colt tipi, iki kişilik, minnacık bir pervaneliye yeter. Resmi adı OY-EAT olan uçağa derhal “Donald Duck” lakabı takılır. Üç saat uçabilecek yakıt depolanan bu uçakla böyle bir yolculuğa çıkmak epeyce risklidir. Ama Simone, hem kararlı, hem de organizedir: TV yapımcısı ve kameraman arkadaşı Magnus Bejmar Both’u, bu maceradan bir belgesel film yapmaya ikna eder, böylece finans sorununu da çözer.
***
İki kafadarın pervaneli ördeği, 2002 Eylülü’nde Kopenhag’dan havalanır. Önlerinde 50 saatte katedilecek 6 bin km’lik bir gökyüzü, Bosna, İran gibi soru işaretli 30 durak bulunmaktadır. Saray Bosna, iniş izni vermez. Afganistan gibi Müslüman bir ülke olmasına karşın Türkiye’de kadın pilotlara rastlayınca şaşırırlar! İran hava sahasını açar, Afganistan üzerinden uçmak için gerekli “Amerikan vizesi”ni Meşhed’de beklemelerine izin verir. İzin gelmez. İran da artık kalmalarını istemez. Simone ve Magnus, uçan ördekle Amerikan Awacs’larına yakalanmayı göze alarak Meşhed’den havalanırlar. 1000 fit’lik son bir boğazı aştıktan sonra -ki böyle bir uçak için mucize sayılır- Afgan hava sahasındadırlar. Awacs’lar elbette görür uçağı, ama indirmezler.
Simone, gözlerinde göklerin mavisi, Kâbil’e varır. Feryal’i bulur. Ailesiyle tanışır. Onlara Danimarka’nın haritadaki yerini gösterir. Genç kız, kendisini uçurmak için tanımadığı bir kadının bunca uzaklardan gelmesine inanamayacak kadar şaşkındır.
Hayır, hiç uçağa binmemiştir. Evet, pilot olmak istemektedir, hem de nasıl... Annesi, babası ve kardeşleri de karşı değildirler.
***
Ve Feryal, özgürlük olduğuna inandığı gökyüzünde ilk kez uçar, sonra bir daha, bir daha uçar, Simone’un bazen kumandasını ona verdiği Donald Duck’la. Afganistan’da konuşlanan Türk havacılardan Gazi Öngül’ün* elinden “ilk uçuş” sertifikası bile alır. Çok sevmiştir uçmayı. Artık daha bir kararlıdır pilot olmaya.
Simone, elinden geleni yapmaya söz verir. Afganistan’ı “kurtarmaya”gelen müttefik güçlerin komutanlarıyla görüşür. Hatta Taliban’dan kurtarılan(!) ülkede, iki de Afgan kadın savaş pilotu olduğunu öğrenir. Onları bulur ve pilot olmak isteyen genç hemcinslerine yardımcı olmalarını ister. Amerikan hava üssü ve yeni yetişen Afgan havacılar, Feryal’e eğitim vermeyi kabul ederler. Genç kızın, hava üssünde ilk brifinge katılacağı ve kadın havacılarla deneme uçuşu yapacağı gün gelir, çatar. Eğitmenler, pilotlar, hepsi hazır, Feryal’i beklerler.
Feryal gelmez.
***
Simone, hayal kırıklığını dizginlemeye çalışarak genç kızın evine gider, kendisi için seferber olan insanları niçin boşuna beklettiğini, niçin haber bile vermeden caydığını sorar. Gerek Feryal, gerekse bütün aile nazik nazik gülümsemekte, şeker, şerbet, dürüm ikram etmektedirler, hiçbir şey olmamışçasına. Kültür farkı, Batılı Simone’un dosdoğru sorduğu soruya, Doğulunun gülümseyerek savuşturduğu yanıtlarda görülür. Sonunda gerçek ortaya çıkar: Feryal’in pilot olmaya kalkıştığını öğrenen amcalarından biri evi basmış, kızlara özgü ayıptan başlayıp günahkâr kadınlıktan çıkmış ve genç kıza uçmayı da, pilot olmayı da yasaklamıştır.
Batılı Simone, Doğulu “aile bağları”nın boğuculuğunu hem anlar, hem de Feryal’in niçin baş kaldırmadığını anlayamaz. Ama Afganistan’a vaat edilen özgürlüğün kolay gelmeyeceği bellidir... Feryal’le vedalaşır. Küçük uçağını Kopenhag’a taşıyacak bir Antonov’a yüklerken, duygularını “Bu karanlık toplumda aptalca özgürlük öykülerimle, kaosa bir pencere açmış gibi oldum” diye anlatır.
Mahalle baskısı mı dediniz? Ne mahallesi, ne baskısı?
Baskı küresel.
‘G’ NOKTASI
Simone Aaberg Kaern’in “Savaş Bölgesinde Bir Gülücük” adını taşıyan belgeselini, bence küresel medyanın en ilginç, en bilgilendirici yayınlarını yapan televizyon kanalı ARTE’de izledim.
Aynı anda Türk kanallarında birbirinden kötü Amerikan filmleri, ne gülmesi, ne de ağlaması bitmek bilen “aşk” dizileri ve göbek deliğini dünyanın merkezi sananların, burunlarından öteye geçmeyen vizyonlarıyla “demokrasi” kurtardıkları tartışma programları vardı. Karşıtlar bile birbirine benziyordu: Bu sığlık ve zekâsızlıkta, tartışmakta bile “özgür” değillerdi, çünkü.
*Belgeselde “Türk komutan Gazi Ongul” diye anılan havacı.
“Özgürlük, dünyayı dolaşıp geri dönmeyen bir sözdür.”
Henri JEANSON
(1900-1970)
Mine G. KIRIKKANAT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder